Üniversite yıllarımda namaz için bulunduğumuz ilçenin en büyük
camisine giderdik. Cami kocamandı ama kadınlara caminin iç mekânına
dahil olmayan, hemen girişteki ayakkabılıkların yanındaki dört
metrekarelik bir alanı lâyık görmüşlerdi. Ayak kokan daracık bir
yerde ne kadar huşû ve hudû içinde namaz edâ edilebilirse eder ve
hızla çıkardık.
Bir gün kız arkadaşımla, olması gerektiği gibi caminin içine
girerek namazımızı edâ etmeye karar verdik. En arka safa geçtik,
namazı bitirip selam verir vermez yanı başımızda bekleyen bir yaşlı
amca bizi azarlamaya başladı.
Suçumuz büyüktü, "yerimizi" bilmemiştik, kadınlar kısmına
dönmeliydik.
Amcaya nazikçe cevap vermeye kalktık, burasının kadınların da camii
olduğunu, bize lâyık görülen muamelenin hakkaniyete sığmadığını,
camide sesini yükseltmesinin edep anlayışına uyup uymadığını sorduk
ama nafile. En büyük vazifesini, camiyi kendi malı gibi görüp giren
çıkan herkesi denetlemek sanan o huysuz amcalardan biri olduğu için
uzatmadan çıktık.
O günden bugüne çok mesafe kat ettik. Bunu inkâr eden ya kötü
niyetlidir ya da 2000'lerde doğduğu için bilmiyordur.
Bugün Selâtin camilerimiz başta olmak üzere pek çok camide geniş
kadınlar bölümü var. Büyük çoğunluğu özenle hazırlanmış bu
bölümlerde, belki kalabalık olan cuma vakitleri hariç kadınların
namaz kılmasına hiçbir engel bulunmuyor. Olması gereken de zaten
buydu, daha iyisinin olması için de uğraş verilmeli. Diyânet İşleri
Başkanlığı'nın iki numarasının bir kadın olduğu dönemde, daha
iyisinin de yapılacağından şüphem yok. Ancak belli ki bazıları için
bu yeterli görülmüyor.
"Sınıfta erkek arkadaşlarımla yan yana derse giriyorsam, camide
neden yan yana namaz kılmayayım?" ya da "İmamlar neden hep erkek?"
minvalinde sorular soruluyor.
İşte benim anlamadığım kısım burası.
Sadece Müslüman bir kadın olarak anlamıyor değilim, biraz sosyal
teori bilen birisi olarak da anlamıyorum.
Şöyle açıklayayım: Kadınların arkadaki ya da üst kattaki kadınlar
bölümünde durması, günümüzdeki feminist diskur bağlamında bile
'özgürleştirici' bir imkân olarak okunabilir, okunmalıdır. Şayet
erkekle yan yana olmak bir 'güç/iktidar' mücadelesinin dışavurumu
olarak algılanıyorsa, bilinmelidir ki göz önünde olan değil,
gözleyen olmak iktidardır.
Yukarıdan bakmak, mahremiyet sahibi olmak, bakışın nesnesi değil
öznesi olmak güç sahibi olmaktır.
Dünyayı her gün yeniden keşfeden gençlerimiz, biraz Lacan, biraz
Foucault okursanız dediğimi anlarsınız.
Aynısı İmam Efendiler için de geçerli.
Namazı İmam kıldırıyor diye bu onu Allah katında daha mübarek mi
yapar? Hayır.
Daha üstün mü yapar? Hayır. Ama daha fazla dünyevi ve uhrevi
yükümlülük sahibi yapar. İmam, vazife tevdi edilenden başkası
değildir. Üstelik işi çok zordur.
Örneğin namazda Allah'la irtibatı arasına cemaati yönlendirdiği
bilgisi girmeden baş başa kalması müşküldür. Her hareketi önce
Allah sonra kul gözünün deşiciliği altındadır.
Kendi iradesiyle girdiği bir panopticona maruzdur.
Velhasıl, üstünlüğü iki adım geride ya da iki adım ileride aramak
kadar süfli ve açıkçası zekâ pırıltısı yoksunu anlayışı
reddediyorum.
Üstünlük, takvadadır; Allah cümlemize sosyal normlardan değil,
O'ndan hakkıyla korkmayı ve çekinmeyi nasip etsin.