Herhangi bir meseleye dair isabetli sosyolojik analiz ya da
siyasî okuma yapmak için değişen dengeleri hesaba katmak
durumundasınız. Analiz nesnesi olan toplum ve oluşumlar devamlı
surette dönüşmekte olduğundan, bunlara ilişkin söz söylerken
kalıplaşmış önyargılar ve kesin inançlılık ile meseleye eğilmek
doğru sonuca gitmenin önünde engeldir.
Ne var ki, özellikle PKK söz konusu olduğunda, ampirik düşünme
yetisine sahip olduğu düşünülen isimlerin çoğu, ne olursa olsun tek
bir çözüm yoluna ve çerçevesine inançla bağlı kalmış görünüyorlar:
Masa kurulsun, diyalog başlasın, süreç içinde barış gelecektir.
Aynı entelektüellerimizden önce bir özeleştiri beklerdik lâkin.
Benim de zamanında savunduğum ve PKK'nın büyük iştahla tersini
kanıtladığı tezlerden biri şuydu mesela: Devlet siyasete alan
açarsa, PKK sivilleşir ve siyasette hayat alanı bulmaya başladıkça
silahtan uzaklaşır. Bilakis devlet siyasete alan açtıkça, HDP daha
çok Kandil yörüngesine girdi.
"Asmayacağız, yargılayacağız"dan başlayan, "Keleşlerimizi size
çeviririz"le süren, "PKK sizi tükürüğünde boğar"a kadar uzayan bir
'kabadayılık' siyaset dilini teslim aldı. Kandil bile canlı bomba
saldırılarına HDP'den önce mesafe aldı. Evet inandırıcı değildi ama
yer yer dağdakinin, siyasi partiden daha 'sivil' kaldığı dönemler
bile yaşadık.
PKK, siyasete açılan alanı bombalarla, hendeklerle, mayınlarla
doldurdu.
Dağ ovaya inmedi, ova da dağa çevrildi.
Yetmedi, metropollerde iç savaş çıkartmak için canlı bombaları
üzerimize saldı.
HDP de bu çatışma stratejisinin 'kolaylaştırıcısı' rolünü üstlendi.
Hendek kazılan yerlere yürüyüşler düzenledi, camilere, okullara,
hastanelere, ambulanslara saldıranları 'gençler darbeye direniyor'
diyerek savundu. Her şey gözlerimizin önünde oldu.