Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra,
Türkiye televizyonlarında ilk kez atv-aHaber ortak yayınında
konuğumuz oldu. Halkımız evlerinde ve meydanlarda âdeta ekrana
kilitlenmiş olmalı ki, hiç reklam arası vermeden, iki saate yakın
sürdürdüğümüz yayın izlenme rekorları kırdı.
Yayın sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbe gecesi yaşadıklarını
da, önümüzdeki süreçte devletin yeniden yapılandırılmasına dair
müjdelenen reformları da haberlerden takip etmişsinizdir. O yüzden
bugün, yayın öncesi yaşadığım ve beni derinden etkileyen bir
anekdotu paylaşmak istiyorum.
Cumartesi akşamı, Külliye'ye gelmeden önce, Cumhurbaşkanı'nın
danışmanlarından bir hanımla dışarıda buluşup çay içtik. Külliye'ye
onun aracıyla birlikte geldik. En dışarıdaki giriş kapısından
girerken, yol boyunca iki tarafa dizilmiş iş makineleri ve
kamyonlar içimi acıttı. Hani şimdilerde diyorlar ya, bazı askerler
kışla girişindeki kamyonlardan rahatsız oluyormuş, inciniyorlarmış
diye; işte onların aynısı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin girişinde
de var ve Başkomutan 'kaldırın' diyene kadar da orada olacaklar.
Bence yapmamız gereken, bu durumdan şikâyet etmek yerine,
kamyonların yaşadığımız travmanın getirdiği bir zorunluluk olduğunu
kabul edip, 15 gün önce canına kast edilmiş devletin başı
normalleşme sinyalini verene dek her hususta sağduyulu ve sabırlı
olmak...
Külliye'nin iç kısmına girene kadar iki kez güvenlikten geçtik.
Kimlikler teyit edildi, araba kontrol edildi, vs. En son geldiğimiz
nokta, daha önce halkın da rahatlıkla içeri girip Külliye'deki
ziyaretini gerçekleştirebildiği kapıydı. Artık o kapıdan randevulu
ziyaretçiler dışında kimse alınamıyor. Daha doğrusu devlet ve
siyaset kademesinden olmayanlar için Külliye şimdilik ve mecburen
kapılarını kapatmış durumda...
Velhasıl, o kapıda son kez kimliğimi verdim, üstüm arandı.
Ziyaretçi kartımı almayı beklerken, geldiğim danışman arkadaşımın
aracıyla gidemeyeceğim, başka bir aracı beklemem gerekeceği
söylendi. Bir yandan yayına yetişme telaşı, bir yandan Külliye'yi
öyle görme psikolojisinin verdiği sıkıntıyla gayri ihtiyarı,
"Danışman hanıma da mı güvenmiyor musunuz?" demiş bulundum.
Güvenlik görevlisi memur, üzgün bir ifadeyle, "Artık kimseye
güvenmiyoruz" dedi. Bu cevapla sarsıldım ve bir an kalakaldım öyle.
"Evet, haklısınız" dediğimi hatırlıyorum.
Hem de ne kadar haklıydı... Cumhurbaşkanı'nın yanı başında hizmet
etmiş olan yaverlerin dördü, Erdoğan'ın torunları dahil ailesiyle
birlikte kaldığı otelin bilgilerini suikastçılara geçecek kadar adi
bir komplonun gönüllü piyonları olalı daha iki hafta olmuştu.
"Kimseye güvenemiyoruz" diyen polisin de dahil olduğu ekip, darbe
gecesi Külliye'ye göreve çağrılmış ve hemen hepsi o hain saldırı
anlarına şahitlik etmişti. İhaneti, 'en ön sıra'dan
görmüşlerdi.