Kongra-Gel'in, Mayıs 2011'de gerçekleşen toplantısından
"devrimci halk savaşı" kararı çıkmıştı. Buna rağmen Öcalan Haziran
2011'de, devrimci halk savaşına gerek kalmadığını ilan etti. Ayrıca
"Barış Konseyi" kurulacağı, savaşacak zaman olmadığı yönünde
açıklamalar ve çağrılar yaptı ama göz ardı edildi. DTK'nın başı
çektiği "demokratik özerklik ilanı" müsameresiyle de sivil siyaset
de bu sürece dahil edilmiş oldu.
14 Temmuz 2011'de, derme çatma bir sahnede, buruşuk bir afişin
önünde, aceleye getirildiği her halinden belli olan bir
organizasyonla Aysel Tuğluk şu şekilde özerklik ilan ettiklerini
açıklamıştı:
"Uluslararası insan hakları belgelerinin tanımladığı haklar
ışığında ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve
demokratik ulus perspektifi temelindeTürkiye halklarının ulusal
bütünlüğüne bağlı kalarak, Kürt halkı olarak Demokratik
Özerkliğimizi ilan ediyoruz."
Bu ilandan iki saat önce ise, 13 askerin PKK tarafından pusu
kurularak şehit edildiği haberi gelmişti. Oysa BDP, bir ay önceki
seçimlerde oylarını 3 milyona artırmış, 35 milletvekili ve 101
belediyesi olan bir siyasî güce sahipti. Özerklik meclise
getirilip, yeni anayasa çerçevesinde tartışılabilirdi. Ancak PKK
savaş kararı almıştı ve buna 'siyasî' bahane gerekiyordu. DTK ve
BDP işbirliği ile o bahane sunuldu. Özerklik namına hiçbir şey
başarılamadı ama o günden Ocak 2013'te başlayan çözüm sürecine dek
2.000 kişi öldü.
Çözüm sürecinin başlarında ise, 'Seni Başkan yaptırmayacağız' diyen
Demirtaş'tan eser yoktu. Demirtaş, yeni anayasa konusunda, 'Birebir
örtüşmüyoruz ama en yakın olduğumuz parti AKP'dir' açıklamasını
yapmıştı. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan da 'Anayasa değişikliğini
referanduma götürmek için BDP'yle 330'u yakalamak için müşterek
adım atabiliriz' demişti.