Muhammed bin Salman'ın Veliaht Prens olarak bir yıllık siciline
baktığımda, Makyavelli'nin Prens'inin başucu kitaplarından biri
olup olmadığını merak ediyorum.
Çünkü kanaatimce onun de facto hükümdarlığı sırasında yaşananların,
ünlü Makyavelyen motto olan "Korkulmak, sevilmekten daha
emniyetlidir"in mükemmel dengesini yansıttığını düşünüyorum.
Örneğin bin Salman, göreve geldiğinde ilkin önceki yıl petrol
fiyatları sebebiyle düşürülen maaşların eski haline getirilmesini
sağlayarak ve gençler ile kadınlara daha fazla sosyal alan
sunulmasına dair reformlar yaparak halkın takdirini kazandı.
Ardından Trump'ın gezisi sonrası, Katar'a yönelik müttefiklerle
birlikte devasa bir abluka ve boykot hareketi başlattı. Sonra dini
ve entelektüel liderlere yönelik hapsetme ve infaz etme kararları
çoğaldı. Ki bu Batı'da "radikalizmle mücadele" olarak yansıtıldığı
için karşı ses çıkmasını bırakın, "reformist prens" sloganının
akıllara kazınmasını sağladı.
Fakat on bir prens, dört bakan ve pek çok milyarder işadamını
içeren gözaltı dalgası ile akıllarda soru işaretleri oluşmaya
başladı. Bu esnada Ulusal Muhafızlar dahil tüm güvenlik güçleri de
kendisine bağlanmış hale getirildi. Yükselen itirazları Prens, önce
Krallığı "ılımlı İslâm'a geri döndüreceğim" diyerek başka yöne
çekti.
Ardından İngiliz Kraliçesi'nden Anglikan Kilisesi'ne, Hollywood'dan
Silikon Vadisi'ne dek eksiksiz bir PR turuyla tereddütleri giderme
yoluna gitti.
O günden bu yana Yemen'e askeri müdahaleden Kanada'ya verilen aşırı
tepkilere dek bin Salman'ın yapmadığı tek şey takip edenlerini
şaşırtmamak oldu. Tahmin edilemezlik bir strateji ise, bin Salman
bunun en iyi örneklerini veren bir yol izledi. Fakat ne
pahasına?
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın dosyası Suud yönetiminin cevap
veremediği sorularla dolu. Kamera kayıtları olmamasına, olaydan 8
saat önce İstanbul'a gelip, 18 saat içinde aynı akşam ayrılan ve
Suudi resmî görevlilerin olduğu 15 kişilik ekibe değin onlarca soru
var. Sadece Türkiye değil, dünya bunun cevaplarını bekliyor ve hak
ediyor.
Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı, Suudi muhatabına "müttefikliğin
de şartları olduğunu" hatırlattı. Trump, "bu işin sonuna dek
gideceğiz" dedi. Hem Cumhuriyetçi hem Demokrat senatörleri içeren
22 kişi, hükümete 120 gün içinde cevaplar bulması ve doğruysa
yaptırım uygulaması (Magnitsky Act) için başvuruda bulundu. Silikon
Vadisi'nden bazı isimler, bin Salman'ın teknoloji şehri Neom
projesinin kurulunda yer almaktan tek tek vazgeçtiklerini
açıkladılar. Yine New York Times, bin Salman'ın sponsoru olduğu
etkinlikten çekildiğini ilan etti.
Anlayacağınız çember daralıyor. Şayet iddiaların gösterdiği gibi
Suudi Arabistan'ı dünya tarihine "kendi konsolosluğunda kendi
vatandaşı gazeteciyi öldüren tek ülke" olarak yazdırmış ise,
bilinmelidir ki Suud halkı bu lekeyi hak etmemiştir.
Yine Makyavelli'nin dediği gibi: "Ve yine de kendi yurttaşını
öldürmeyi, arkadaşlarına ihanet etmeyi, sadakat, merhamet ve ahlaki
yükümlülüğe sahip olmamayı maharet olarak tanımlayamayız. Bu
araçlar güce giden yolu açar ama şana değil."