Herhangi bir FETÖ'cü ile konuşmuş olan gayet iyi bilir ki,
'cemaat'lerini tanıtırken kullandıkları ilk cümleler aşağı yukarı,
"Biz tarikat değiliz.
Hocaefendi de mürşit değil. Devir, tarikat zamanı değil"
olurdu.
Hatta hatırlarsınız, FETÖ'nün devlet yapılanmasının gittikçe daha
tartışılmaya başlandığı 2010'ların başından itibaren kendilerine
'cemaat' denmesine bile ısrarla karşı çıkmışlardı. Anılmak
istedikleri kelime, daha seküler çağrışımları olan 'camia' idi.
Onlara 'hizmet camiası' denmesini istiyorlardı.
Yurtdışındaki FETÖ yapılanmaları da, ki özellikle Avrupa'daki
Türkler bunu yakinen bilir, bulundukları devletin kendilerini
'İslâmi yapılar' kapsamında kategorize etmesine itiraz ederler.
Kendilerini, elebaşlarının talimatları doğrultusunda, Müslüman
yapılardan titizlikle ayırırlar. Zira dertleri İslâm itikadından
oldukça uzak olan, üç büyük dinin bir karışımı olduğuna inandıkları
'çatı din'in 'Kâinat imamı'nın gücünü ve dolayısıyla kendi
etkilerini artırmaktan başkası değildir.
Bu gerçeği benim hafızama kazıyan yaklaşım, gazeteci kılıklı bir
FETÖ'cünün, 17-25 Aralık sürecinde, Ak Parti'ye destek veren tüm
tarikat ve cemaatleri tasfiye edeceklerini ilan etmesi olmuştu.
Zaten İhlas Holding'den Deniz Feneri'ne, Selam- Tevhid davasından
İHH operasyonlarına kadar yürüttükleri çizgiye baktığınızda da,
Müslüman temsili olan tüm kurum ve yapılara nasıl da düşmanca
saldırdıklarını görmeniz de mümkün.
Ancak 15 Temmuz'dan sonra garip bir şey oldu. Sanki nerdeyse
bildiğim tüm cemaat ve tarikatlar darbeye karşı durmamış, bugüne
kadar FETÖ'nün baskılarına maruz kalmamış gibi FETÖ'yü sanki bir
'laiklik azlığı' problemi gibi kodlayıp, tüm cemaat ve tarikatları
düşmanlaştıranlar peydâ oldu. Hâlbuki FETÖ, bir 'irticaî tehdit'
değildir. Bilakis, dine dair her şeyi 'irtica' kapsamında
düşmanlaştıran anlayışın yayılmasına katkı sunduğu bir
örgütlenmedir.