Irak işgaliyle kurulan şimdiye nispetle çok küçük bir örgüt olan DAEŞ'in esas yükselişi, Nisan 2013'te, Kuzey Suriye'de hızlı biçimde elde ettiği topraklarla oldu. O sıralarda PKK, Kandil'de, Murat Karayılan sözcülüğünde Türkiye'den militanlarını çekeceklerini duyuruyordu.
Gezi'den sonra askıya alınan çekilmenin, tamamen durdurulduğu Eylül 2013'te ilan edilecekti. Sonrasında PKK, sürece ilişkin hiçbir adım atmadı. Yol kesme, haraç toplama ve sivil alanda silahla tahakküm kurmayı 'adım'dan saymazsak...
DAEŞ de bu süreçte 'tekfirci'liğinin gereği 'birinci düşmanı' Bağdat ve Şam yönetimlerini hedef almak yerine Sünni muhaliflere ve Kürtlere saldırdı. Özellikle Kobane ve Erbil'i işgale kalkışması, Türkiye'nin Kürt politikasını çift taraflı kuşatan adımlar olarak okundu.
PKK'ya dönersek... Haziran 2011'de, Öcalan'ın 'Barış Konseyi kurulacak' açıklamasının ertesinde, PKK Silvan'da askerlerimizi katledip 'devrimci halk savaşı'nı başlatmıştı. Bu yüzden Haziran 2011 ile çözüm sürecinin başladığı Ocak 2013 arasında iki bini aşkın genç toprağa verildi. O kadar hayat, bakın iki cümleye sığıverdi! Bugün de Suruç'ta, Türkiye, kendi toprağına taşınan DAEŞ vahşeti üzerinden mağdur edilmesine rağmen yine Türkiye'yi vurmaya kalkan PKK'nın yaptıkları yarın iki cümleye sığacak ve kim bilir kaç hayata mal olacak?
Daha dokuz ay önce, HDP ve eşbaşkanı Demirtaş'ın yaptığı çağrı üzerine, 6-8 Ekim arasında 51 kişi ölmüştü. Yine Demirtaş'ın 'halkımız kendi güvenliğini sağlasın' çağrısının ardından, PKK'nın yayın organı ANF'de yayınlanan bir yazıda bu çağrıya referans yaparak şöyle dendi: "Gençlere düşen görev, yardım kuruluşu adı altında faaliyet gösteren DAEŞ elemanlarını bertaraf etmektir."