Trump ile dalga geçmek, aşağılamak veya küçümsemek, Başkan
seçilmesinden önce de vardı. Ancak bugün artık hakkında çıkan
analiz ve yorumlarda genel-geçer bir eğilime dönüştü. Twitter'ı
aktif kullanması veya Fox News'ü çok izlemesinden tutun, başarılı
bir hitabeti olmamasına değin pek çok şey söylenebilir. Ancak
Trump'ın iç politikadan diplomasiye kadar pek çok alanda ABD'nin
geleceği için belli bir ufuk ve oyun planı dahilinde hareket
ettiğini görmemek aptallık olur.
'Esas rakip' olarak gördüğü Çin ile ilişkisini inceleyelim. Seçim
kampanyası boyunca Çin ile ticaretin koşullarının ABD'nin aleyhinde
olduğunu ve bunu düzelteceğini vaad etmişti. Gümrük vergisi
savaşını başlatarak dediğinde ciddi olduğunu gösterdi. Bugün HP ve
Dell'den Microsoft ve Amazon' pek çok teknoloji devi Çin'den
çekilmeye hazırlanıyor. Apple da Çin merkezli üretiminin %15 ile
%30 arası bir kısmını çıkarmaya hazırlanıyor. Evet, bu şirketlerin
hiçbiri Trump'ın hayal ettiği gibi üretimlerini Amerika'ya
taşımayacak elbette ama masada Trump'ın elini Çin'e karşı
güçlendirdikleri de kesin.
Öte yandan Amerikan ekonomisinin büyüme oranlarından borsaya dek
pek çok başlıkta iyiye gittiği de görülüyor. Sıradan Amerikalı,
Trump'ın ekonomiyi yönetişinden büyük ölçüde memnun. Zaten böyle
olmasaydı, devasa bir kültür endüstrisi ve ana akım medya her gün
kendisine saldırırken onay oranlarının tekli hanelerde olması
gerekirdi.
Rusya ile ilişkileri bakıldığında da "Trumpyen" bir yol izlendiği
görülebilir. Dış politikada ana hedef Çin olarak belirlenince,
Rusya ile daha yumuşak geçiş içeren bir yol tercih edildi. Oysa tüm
ülke seçimlerde Rusya ile işbirliği iddiaları ile çalkalanırken,
Trump'ın baskı altında hissedip Rusya'ya karşı düşmanca bir tavrı
benimsemesi beklenebilirdi. Ancak tersine, suçluluk psikolojisiyle
hareket etmesine gerek olmadığının altını da çizen sıcakbir tavrı
tercih etti.
İlginçtir, Fransız Cumhurbaşkanı Macron da geçtiğimiz ay
büyükelçilerine hitaben yaptığı konuşmada Rusya'yı Batı ittifakına
geri kazanmaktan bahsetmişti. Putin ile görüşmeden bir hafta sonra
gerçekleşen konuşma, Kırım'ın ilhakı meselesinde de Moskova'ya yeni
yaptırımların çıkarlarına olmadığı beyanını da içeriyordu.
Son dönem ABD-Türkiye ile ilişkilerinde de bu özgün dış politika
anlayışının yansımalarını görmek mümkün. Başkan Erdoğan ile yakın
bir ilişki sürdürmeye çalışan Trump'ın Pentagon ile karşı karşıya
geldiği noktalarda geri adım atışını, söylem bazında telafi etmeye
çalışması etkili oldu.
Örneğin Suriye'den çekilmeye söz verdi ama ABD askerî-endüstriyel
kompleksini karşısına alıp sözünü tutamadı. Onun yerine G-20
Zirvesi'nde, Türkiye'yi S-400 kararına itenin Obama döneminde
uygulanan sorumsuz ambargo olduğunu söyledi ve yaptırımlara karşı
olduğunu belirtti. Bu tek hamle ile NATO'nun ikinci büyük ordusunu
müttefik olarak kaybetmemek için son beş yılda tüm Pentagon
yetkililerinin aksi demeçlerini aşabildi. Bugün,
sürdürülebilirliğine dair ciddi kuşkularımın olduğu Suriye'deki
ortak devriye çalışmaları da bu duruşun bir ürünüdür.
Trump, 2020'de koltuğunu korumayı başarırsa, uluslararası
vizyonunun ne kadarını gerçekleştirebilecek şimdiden söylemek güç.
Ancak herhalükârda amaç odaklı, pragmatist ve nevi şahsına münhasır
bir ABD dış politikası sürdürdüğü kesin.