İzmir'de ikinci günüm, Urla ziyaretiyle başladı. Ağbimler, üç
katlı evlerinde zorlanmaya başlamışlar. Hele de o merdivenleri
günde kırk defa inip çıkmak zorunda olan Özay Yengem.. Hemen 100
metre ilerde yeni yapılan bir sitede, dubleks ama içerden asansörlü
bir ikiz villaya talip olmuşlar. Kısmetse ağustosta bitecek..
Resimlerini görmüştüm. Bu defa aslını görmeye gittim. Valla harika
bir seçim yapmışlar. Yeni evleri enfes olacak..
İzmir'de "Olmazsa olmaz"larımdan biri, Kordon'da güneşi batırmak,
batırırken de çektiğim fotoğrafları anında yollayarak İzmirli
dostlarıma, başta Begüm, nispet yapmak, çatlatmak..
Bu defa, tam da Gündoğdu Meydanı'nda Atatürk'ün Süvarileri
heykelinin karşısındaki Sunset'te oturduk. Sunseti Sunset'te
izlemek.. Pardon herkes ingilizce bilmek zorunda değil. Sunset, Gün
Batımı demek..
Nefisti.. Her ikisi de.. Yani Kordon'un tam karşısındaki sunseti
izlemek de. Sunset'te bize bira eşliğinde sundukları her şey de.
Öyle ki akşam yemeğinden vazgeçip bale saatine kadar orada
karnımızı tıka basa doldurduk. Patates kızartmaları ayrı yazılacak
kadar, ayrı güzeldi. Taze yağda, çeşitli baharlarla, altın sarısı..
Kaç tabak yedim bilmem..
Bu arada bol bol yan masadakilerle sohbet ettik.. Dedim ya, İzmir
öyle.. Yan masa falan boş laf.. Herkes bir masa gibi bu
kentte..