*
7'den 70'e hepimiz ülkemizin fay hattı üzerinde olduğunu
biliyoruz. Son çeyrek yüzyılda 17 Ağustos 1999,
depremin bizde felaket olarak yaşanabileceğinin en acı kanıtı oldu.
Binlerce kayıp verdik, hayatta kalanların unutulmaz travmaları
var.
Bu son günlerde, 26 Eylül'de Silivri merkezli olup, İstanbul'da da
hissedilen 5.9 büyüklüğündeki
sarsıntının etkisiyle; yazılı, görsel ve sosyal
medyada gündem konumuz yeniden deprem, daha doğrusu "Deprem
korkusu" haline geldi. Depremden nasıl korunulur?
Çantamız nasıl hazır olmalı? Acil deprem toplanma alanları nerede?
Binaların güvenilirliği ne durumda gibi sorular arasında
boğuluyoruz.
Boğuluyoruz da, aslında çok uzun zamandır toplum psikolojisi olarak
ne kadar dipte olduğumuzu, hemen her gün yaşanan kadın ve çocuk
cinayetlerinin, 3. sayfa haberi ya da reality showlar ile ana haber
bültenlerinde sunulan aile içi şiddet öykülerinin, hayvan
işkencelerinin, trafikte, sokakta, asansörde sürekli asık suratla
gezmenin, kısacası toplumda biriken negatif
enerjinin bizi depremden beter, hem de kimseyi
ayırt etmeksizin yok ettiğinin farkında değiliz.
Yer altından ne zaman geleceği belli olmayan doğal afetin
korkusuyla hayatımızı zindan ederken, yerin üzerindeki sürekli
yıkımı hissetmiyoruz bile.
Evet Hıncal, senin de dediğin gibi asıl
deprem bu!
Üstelik fay hattında oluşması muhtemel büyük veya küçük depremi
önleyecek zerre gücümüz yokken, toplumda oluşan sallanmayı yok
etmek elimizde.Seni ziyarete geldiğimizde, İstanbul Komedi
Festival'ini anlatmaya gelen sevgili Necati
(Akpınar) ağabey ve A takımı olarak
nitelendirdiği beraberindeki ekibin gözlerindeki inancı gördüm.
BKM gibi bu ülkeye koca bir değer ve marka katan sevgili Necati
ağabeyim, inanılmaz bir heyecanla "Biz bu
insanları güldürebiliriz, mutlu
edebiliriz, bu festivali büyütüp ülkeye
mal ederek, hem genç yetenekleri
çıkarırız, hem de herkese ulaşabiliriz"
diyordu..
..Ve bunu, nerdeyse iki saate yakın, bunca kimliğine ve gişe
rekorları kıran filmlere attığı imzaya aldırmadan, bir amatör gibi
heyecanla anlatıyordu.
Dünyada pek çok örneği olan komedi festivallerinin ülkemizde son
birkaç yıldır yapılıyor olması ne kadar güzelse, bundan haberimizin
olmaması; gülmeye herkesten çok ihtiyacı
olan bizler için o kadar üzücü.
Depremde, binanın kolonları ne kadar önemliyse, yerüstü
depremlerine karşı da, toplumun kolonları olan
insanın mutluluğu, gülmesi ve neşesi de o kadar
önemli.
İstanbul Komedi Festivali süresince İstanbul Büyükşehir Belediyesi
başta olmak üzere, tüm ilçe belediyelerinin siyaset üstü davranarak
ortak bir paydada buluşması, bu güzelliğin gülmeye muhtaç İstanbul
halkına özenle tanıtılması en büyük temennim.
Salgınlar bulaşıcıdır. Gerginlikler bulaşıcıdır. Ama gülme, neşe,
keyif ve mutluluk da bulaşıcıdır.
Bu değeri bize armağan eden, mutluluğu bulaştırmak için sonsuz çaba
harcayan öncelikle Necati ağabeyim ve tüm BKM ekibine, süreçte
katkısı olan tüm sanatçı ve genç yeteneklere bin teşekkür..
***
Terim'e değil Selçuk'a "İnan!.."
Bir zamanlar "Seba gitsin, Ahmet
Dursun" diye kelimeoyunu yapardı Beşiktaş
tribünleri.. Hala "en utanç
veren" tribün sloganı olarak hatırlanır..
Bugün, özellikle de Gençlerbirliği maçından sonra ben tribün lideri
olsam, başlıktaki sloganı dağıtırdım,
Ultraslan(!)a..
6 maçta bir düzine gol yiyen lig sonuncusu Gençlerbirliği'ne gol
atamayan bir Galatasaray'dan söz ediyorum.
Sanırsınız ki, Gençler kalecisi mucizeler yarattı..
Direkler zangır zangır sallandı ama, uçkur dokuz
yerden koptu.
Hayır!.
Şu utanç istatistiğine bakın.
Maç başı ortalama 2'den düzineyle gol yiyen Gençler kalesine
Galatasaray, koskoca Galatasaray, Aslan Galatasaray 1,
yazı ile "tek bir" isabetli şut
atmış. Maç boyu toplam şutu da 6! (Altı).. Sonuncu
Gençlerbirliği 9'u isabetli, tam 20
(yirmi) şut atarken.. Sebep..
Fatih Terim'in o utanç verici, futbol oynamayı değil, oynatmamayı
esas alan, "Yenemiyorsan yenilme" taktiğinde, gol
için oynamak, şut atmak için oyun kurmak yok ki!.
"Düzine ile gol yiyen lig sonuncusuna 90 dakikada tek isabetli
şut.." Sadece bu "utanç" istatistiği benim
bildiğim Fatih Terim'in istifası için yeterdi.
Galatasaray'ın oynadığı rezil futbola bakmadan, sezon başından
beri, en son da Başkan Mustafa Cengiz'e kadar
herkesi itham eden, ama kendisinde asla kabahat
bulmayan, "Ben transferi yanlış yönettim. Ben yanlış adamları adam
sanıp kilit adam yaptım. Ben yürekten Galatasaraylı, takım için
canını vererek oynayanları öldürüp, küstürüp, sadece kendileri için
sahneye çıkan sahtekarlara inatla ve ısrarla forma verdim.
Ben içimdeki korkular yüzünden
taktiğimi hep gol yememek üzerine kurdum. 'Bir tane atarsak yeter'
diyerek hücumu unuttum.
Ben oyunu okumayı unuttum. Maçlara yanlış anlarda, yanlış
değişikliklerle müdahale ettim" demeyen, diyemeyen
Fatih Terim'in istifa zamanı
çünkü.
İnat.. Israr ve iflas..
Şimdi "Ben bittim.. Çok yorgunum.
Kafaca çok yorgunum. Bir süre dinlenmem lazım Galatasaraylılar.
Bana müsaade" deme zamanı.
Galatasaray'a bir lider lazım şimdi.
Fenerbahçe o lideri bulmak için Emre'yi transfer etti. O lideri
bulmak için Volkan'ı, Ersun'un yanına aldı.
Galatasaray'ın lideri ve kaptanıydı
Selçuk.. Fatih Terim öldürdü, yok etti.
Buna rağmen nasıl bir lider olduğunu, Terim'in onu mecburen
oynattığı Gençler maçında da gösterdi. Mecburen.. Çünkü, Seri son
anda hastalanınca, Selçuk 42 gün sonra
forma giydi. O, Terim'in yok etmek için her şeyi yaptığı
Selçuk gene de lider oldu, Galatasaray'a.. Takımı içerden yöneten,
oyunu kuran, kanatlara yayan adamdı.. Ama Terim onu gene oyundan
aldı. Çünkü oynatırsa, 3 maç üst üste forma, yani
"Güven" verirse o Selçuk, evladı manevisi, sadece
kendisi için oynayan, top rakipte iken sahada sadece yürüyen,
kaptırdığı topla rakip gole giderken bile yürüyen, en başardığı iş,
hakem kandırmak olduğu için, penaltılık pozisyonlara VAR'ı
bile bakmaz hale getiren Belhanda'sının
yerini alırdı, Maazallah!.
Peki ya Fatih Terim'in Milli Takım'a tek adam veremez hale
getirdiği Galatasaray'dan, Fatih Terim'e rağmen bu defa Milli
Takım'a çağrıldığının ertesi günü ilk 11'e koymadığı, takım sahada
sapır sapır dökülürken bile oyuna almadığı Ömer Bayram'a ne
demeli?.
Bu konuyu üç gün üç gece yazar konuşurum.
Ama lafı uzatmaya gerek yok..
Fatih Hocam!.
Kovulmayı, ıslıklanmayı bekleme.. Sen Galatasaray tarihinin en
büyük yıldızlarından birisin.. "Büyük" çekilmeyi
bilen adamdır. Zamanı gelince çekilmeyi bilen..
Bir öz eleştiri yap.. Bir dinlen.. Bir düşün.. "Nerde
yanlış yaptım ben" diye düşün.. Cevabını kendi kendine
ver..
Ondan sonra dönersin.. Ondan sonra gene zaferlerle, gene omuzlarda
dönersin.
İnanıyorum..
Ama bugün, çok sevdiğim sana değil Hocam, "Selçuk"a
"İnan"ıyorum!.
***
Halimize bakın!.
Üniversite öğrencisi Arda Ayten adlı
gencimiz, İstiklal Marşı'nın tamamını ezberden okudu diye,
sosyal medyada zirveye çıktı. Gündem oluşturdu.
Üç gündür onu konuşuyoruz..
Bir ülkede, bir gencin kendi Milli
Marşı'nı ezber okuması gündem oluyorsa, buna
sevinmeli mi, utanmalı mı, iyi karar
vermeliyiz..
İstiklal Marşı, Mehmet Akif'in "O dizeler
bana değil, milletime aittir" dediği ve Safahat adlı
kitabına almadığı "Kutsal" şiirdir.
İstiklal Marşı'nı "Bir" değil, "Her" Türk ezber bilmelidir. Ben
çocukken öyleydi.
Bandırma'da, daha ilkokul üçteyken, ezber
bilirdik biz, 10 kıtayı da..
Okuyan değil, "İyi" okuyan, okurken heyecanını yaşayan ve
yaşatanlar efsane olurdu ancak, okulda ve şehirde..
Çünkü o zaman "Milli" Eğitim vardı, gerçekten.. Lafla değil, özüyle
"Milli" eğitilirdik...
O zaman Gençliğe Hitap da ezber
bilinirdi. Hatta 10. Yıl Nutku'nu ezber okuyanlar
vardı.
"Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti
çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik
ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk
milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde
ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle
tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk
milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda
yükselmektir." Şimdi "Milli" demek ayıp. Hele "Türk Milleti" demek
tümden ayıp, nerdeyse.
"Vay Milli Marşı ezber biliyor" diye şaşan değil,
"Milli" olmaktan korkmayan, utanmayan, "Milli" dedi diye hakarete
uğramayan, O 10 kıtanın 10'unu da benimseyen, yüreğinden haykıran,
tüm "Milli" günlerde coşan ve coşturan bir Millet olmamız
özlemiyle!.
Ne mutlu "Türküm" diyene!.