Kabul ediyorum.. Zor film.. 2 saat 8 dakika sürüyor.. Üstelik
siyah beyaz filme sabretmek de zor.. Ama film bir yönüyle zaten,
insanın sabırsızlığını ama bilgiye ancak sabırla ulaşılacağını
anlatıyor..
Nerden anlatıyor..
Kur'an'dan.. Aynen öyle..
Semih Kaplanoğlu ve eşi Leyla İpekçi, senaryoyu, Kur'an'ı Kerim'in
Kehf Suresi'nden almışlar.
Orada, 60 / 82'nci ayetlerde bir Kıssa'dan Hisse, yani ders
alınacak bir kısa öykü anlatılır.
Filmi, sabırla değil, benim gibi fevkalade zevk alarak ve merakla
izlemek istiyorsanız, mesela Elmalılı, mesela Yaşar Nuri Öztürk
meallerinden bu Kıssa'yı okuyun. Google'da da var.. En kısa yolu
"Kur'an'da Hızır ve Musa" yazın.
Karşınıza çıkar..
O Kıssa, Musa'nın yol arkadaşlığı etmek için Hızır'ı araması ile
başlar. Genç yardımcısıyla yola çıkarlar.
Sonunda bulurlar. Musa Hızır'dan yola birlikte devam etmek izni
ister. Hızır, "Sende sabır yoktur. Bana eşlik edemezsin" der.
Sabredeceğine söz veren Musa, genç arkadaşından ayrılır. Yola
Hızır'la devam eder.
Yol, tabii, tahmin edersiniz, hayattır.. Veysel'in de dediği
gibi..
Yaşam..
Yol boyu Hızır, Musa'nın aklının almadığı işler yapar. Mesela
bindikleri gemiyi deler.. Mesela bir çocuğu öldürür.
Mesela kendilerine haince davranan bir şehirde, iyilik olsun diye
bir duvarı tamir eder.. Musa, her defasında "Bunu neden yaptın"
diye sorunca, Hızır "Senin sabrının bana yoldaşlık etmeye
yetmeyeceğini söylemiştim" der.. Bu artık ayrılık demektir.
Ayrılmadan önce, Hızır, Musa'ya, o çok ters gelen hareketlerinin
sebeplerini birer birer anlatır.
Mesela.. Civarda, sağlam bütün gemileri toplayan bir despot vardır.
Bindikleri gemiye de el koymaması için, o geminin hasarlı görünmesi
lazımdır.
İşte bu öyküyü, günümüzün ötesine getirmiş, Kaplanoğlu ve
İpekçi..
Geleceğe, karanlık, umutsuz geleceğe yönelik bir bilim kurgu..
Yani distopya yazmışlar.
İnsanlar tarafından çok kötü kullanılan doğa tükenmiş, artan
nüfusu, kirlenen hava ve suyu, tükenen toprakları ile, beslenme
imkânını sıfırlamıştır.
Filmde bir kent vardır. Manyetik, içine gireni yakan duvarlarla
çevrili..
Duvarların ötesinde ise Ölü Topraklar..
Duvarların içinde, kentte, sadece seçkin insanların yaşamasına izin
verilir.
Ötekiler, Ölü Topraklar'dadır.
Kentte her şey üretilir, Tohum hariç..
Laboratuarlarda üretilen tohumlar üç sezonda dejenere olurlar.
Genetik Profesörü Erol Erin, bu bozulmanın sebebini bulmaya
kararlıdır.
Yıllar önce, Cemil Akman adlı uzmanın sonuca nerdeyse ulaştığını
ama o sırada ortadan kaybolduğunu öğrenir.
Araştırır. Akman, Ölü Topraklar'a kaçmıştır.
Asistanıyla Ölü Topraklar'a gidip aramaya başlarlar. Akman'ı
bulurlar.
Orada Erin, asistanından ayrılır ve yola "Sen benimle yürümeye
sabredemezsin" diyen Akman'ı ikna edip, peşine takılır..
Film, adım adım Kehf Suresindeki öyküye paralel gidiyor, gördüğünüz
gibi.. Bu da onu fevkalade meraklı yapıyor..
Kaplanoğlu kent sahneleri için Detroit'i seçmiş.. Bir zamanlar
dünya otomobil merkezini çevreleyen terk edilmiş, harabeye dönmüş,
fabrika ve lojmanlar, filmde etrafı yıkık gecekondu, ama ortası
modern kent dekoru için bire bir..
O uzun yolculuk sahneleriyse Anadolu!.
Muhteşem mekânlar bulmuş Kaplanoğlu, adım adım dolaşarak..
Ve de harikulade çekimler yapmış..
Sadece o Anadolu'yu görmek için bile gitmeye değer..
Film ilerledikçe, hele Anadolu sahnelerinde siyah beyaz tercihinin
ne kadar doğru olduğunu hissediyorsunuz. O sahneler, o muhteşem
çekimler, dijital çekimle ayni etkiyi yapmaz, anlıyorsunuz.
Başa dönelim..
Tokyo Film Festivali'nde "Büyük Ödül" alıp "En İyi Film" seçilen,
şimdiden pek çok ödüllü Buğday'a cesaret edip gider ve sabırlı olup
sonuna dek salonda kalırsanız, sanırım bana teşekkür
edeceksiniz..
Ben, herkesin, adeta bir belgesel gibi bu filmi izlemesini tavsiye
ediyorum.