Bu defa mutlu etti beni medyamız..
Gündem günlerden beri tıklım tıklım doluyken, hemen hepsi Fikret
Otyam'ı yazdılar.. Onunla ayni fikirde olan, olmayan hepsi
yazdılar.. Büyük bir insan, büyük bir sanatçının ardından yapılması
gerekeni yaptılar.
Selahattin Duman'ı okuyorum..
Fikret Ağabey onun bir yazısını beğenmiş "Fikret Otyam'dan
övgü almak ne demek?. Ha Pulitzer Ödülü almışsın, ha Fikret Otyam
seni methetmiş.."
Abartı gibi gelebilir bazılarına.. Hem de nasıl doğru olduğunu ben
bilirim..
Öyle titiz ki, okurken, dinlerken.. Bir tek bir kelimeyi beğenmedi
mi, hapı yutarsınız..
TRT televizyonu yeni kurulmuş..
Demek 1969, falan.. "Gayri Siyasi Olaylar Şubesi Müdürü" Yılmaz
Tekin Onay bana geldi.. "Her salı bir spor programı yapacağız,
sunar mısın" diye.. Baba Yılmaz, canımız, ciğerimiz. Kırılır
mı?.
"Peki" dedik..
Ankara merkez bir pergel koy, 30 kilometre yarı çaplı bir alana
siyah beyaz yayın yapıyoruz. Oyuncak gibi bir şey..
Ama Kızılay'da yürürken etraftakiler bizi tanıyor ya..
Marlon Brando'ya bakar gibi bakıyor ya.. Burnumuz Kaf Dağı'nda..
Kendimizi efsane adam sanıyoruz dolaşırken.. Bir salı günü, ilk
defa açık oturum yaptım programda..
Sporun önemli insanları davetli.. "Hoş geldiniz Ahmet Bey!.. Ne
dersiniz Ayşe Hanım" diye konuşuyoruz.. Dersimi iyi de çalışmışım.
Sağlam sorular soruyor, yanıtları deşiyorum.. Toros Dağları'nı
bitirmiş, Alp Dağları'nı da yaratmışım..