Dün sabah, tıpkı benim gibi, hatta benden daha fazla
"Gazetecilik savaşı" veren Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk
Bildirici'yi dehşet içinde okudum.. Faruk, günümüzde gazeteciliğin
geldiği noktayı anlatıyor aslında, gazetesindeki yanlışları okur
adına düzeltirken..
1- Gazeteler sosyal medyada çıkan kaynağı belirsiz düzmece
haberleri, hiç düşünmeden kullanıyorlar. Hatta Dr. Osman Müftüoğlu
gibi, hem Hürriyet, hem de NTV gibi ülkenin iki önemli medya
kuruluşunda çalışan Saygın bir uzman, Whatsapp denen ve herkesin,
herkese, aklına gelen her şeyi yollamak için kullandığı "Bedava"
bir iletişim ağından gelen palavrayı, Hürriyet'teki köşesinde
yayınlayabiliyor.
2- Gazeteciler, ama muhabirlerden çok köşesi olanlar, PR şirketleri
tarafından dünyanın dört bir yanına davetler alıyorlar. En iyi
mevkilerde uçup, de luxe otellerde ağırlanıyorlar.. Sonra da o PR
şirketinden gelen her türlü ricaya uyup, yolladıkları bültenleri
konu yapıyorlar..
Mesela Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök gibi saygın bir
gazeteci, ne idüğü belirsiz bir doktorla röportaj yapıp, insan
ömrünü uzatan bir hapı ballandıra ballandıra anlatıyor. Ayni
gazetede Ayşe Arman, Sertab Erener'le söyleşi yapıp, ayni hapı
duyuruyor.. Bu arada Sertab Erener'in bu hapın Türkiye tanıtımında
reklam panosu önünde şirket yöneticileri ile resimler çektirdiği,
yani hapın duyurulmasında görev aldığı ortaya çıkıyor.
Mesele sadece Hürriyet değil tabii.. Ama Faruk, ülkenin en çok
satan gazetesinin saygınlığını korumak için kelle koltukta
savaşıyor. Gerçekleri tüm ayrıntılarıyla korkusuz yazıyor. (Google
da "Faruk Bildirici Yazıları" yazın ve 6 Kasım tarihli yazısını
ibretle okuyun lütfen.)
Gazetelerin ne idüğü gerçekten belirsiz sosyal medyayı, hem haber,
hem köşe yazısı, hem de ana haber olarak nasıl sorumsuzca
kullandıklarını en iyi bilenlerdenim..
Kanal D gibi bir kurum mesela, hem de Ahmet Hakan gibi bir
sunucuyla, "Bu görüntüleri sosyal medyadan aldık. Nerde, ne zaman
olduğunu bilmiyoruz. Sonunda ne olduğunu da bilmiyoruz" diye
yayınlayabiliyor, hiç sıkılmadan.. Oysa mesleğin ilk kuralının,
"Haber Kim, Nerde, Ne zaman, Nasıl, Niçin sorularına cevap vermeli"
olduğu (5 N, 1 K) stajyerlere birinci gün öğretilir. Haberin en az
iki kaynaktan doğrulanması gerektiği de ikinci gün..
Whatsapp'tan hem de "Dünya Sağlık Örgütü (WHO) açıkladı" diye
uydurmaya Hürriyet'in hem de uzman yazarı kanar mı, kanmalı
mı?.
Dünyanın her ülkesinde, en saygın gazeteler, gazeteciler,
tanıtımlara davet edilirler. Bazı şeyleri kullanmaları istenir..
Çünkü sonunda ortaya çıkacak şey haberdir.
Mesela yepyeni bir akıllı telefon, konuyu yazan uzman gazetecilere,
piyasaya çıkmadan aylar evvel verilir ve ıcığı cıcığı ile
tanımaları, üstünlük ve zaaflarını deneyerek öğrenmeleri sağlanır.
Gazeteci de açık açık yazar..
"Falan telefonu altı aydır kullanıyorum. Şudur" diye..
Gazeteciler, çeşitli organizasyonlara da davet edilirler.
Giderler.. Yazarlar.. Hem davetli olduklarını, hem
gördüklerini..
Geçmişte hem gazeteci olarak pek çok davete katıldım. Hem de PR'cı
olarak (Lufthansa'nın Türkiye PR Danışmanı olan Cüneyt Koryürek
ağabeyimle, Delta Ajans adına), sayısız Türk Gazetecisini, sayısız
yurt dışı davete götürdüm. Çoğunda Dünya Gazetelerinin Seyahat
Yazarları da vardı. Bu da doğaldı.
Ama günümüz Türkiyesi'nde davetler ne acı ki, artık rüşvete
dönüşüyor.. Kimin nereye, niçin gittiği belli değil..
İşin acısı, davetin sebebi, orda olan bir şeyin tanıtımı falan da
değil çoğu zaman... İstenen bir PR şirketinin istediği şeyleri
köşende yazman.. Davetin asıl sahibi PR şirketi sanki.. Sen
yazdıkça davetler devam ediyor..
Böylece, günümüz gazeteciliğinin iki ana haber kaynağı
oluşuyor..
1- Palavra sosyal medya..
2- Ismarlama PR bültenleri..
Olan da gerçek haber peşinde koşan, araştıran, bulan ve yazan
gazetecilere oluyor. Okur onları da "Acaba" şüphesiyle okumaya
başlıyor..
Gerçek gazeteciler, bu savaşı sürdürmek zorundalar. Meslekleri
adına.. Kurumları adına.. Kendileri adına..