İki şişe bira parası için, Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde
uyuşturucu bağımlısı iki sarhoşun saldırısına uğrayıp, bıçaklanarak
öldürülen 22 yaşındaki yeni İTÜ mezunu, mühendis Halit Ayar olayını
tartışmaya devam ediyoruz..
Bu tartışmayı, Türk halkının ve her türlü yabancı konuklarının gece
yarısı, Beyoğlu'nda özgürce ve güven içinde gezme haklarının
sağlanması için yapıyoruz.
Tartışma dedim de.. Aslında yanlış bir deyim. Tartışma için en az
iki taraf gerek. Oysa günlerden beri yazdıklarımıza, ne Adalet
Bakanlığı'ndan, ne olayın içindeki savcı ve yargıçlardan, ne de, bu
suç işlemeyi adet haline getirmiş kişilere hem de ikinci defa izin
veren Açık Cezaevi müdür ve sorumlularından ses gelmedi.
Suçluların sessizliği içinde mi susuyorlar?.
Bir geleneksel hukuk kuralı "Sükut ikrardan gelir/ Susan, suçu
kabul ediyor demektir" e mi uyuyorlar bilemem.
Bugüne dek, devlet hep sustu, yani!.
Polis!.
Beyoğlu, İstanbul'un gece hayatının nerdeyse yarısının yaşandığı bölge. Sayısız meyhane, içkili kulüp var. Yani gecenin saat üçünde Beyoğlu sokaklarında, hele İstiklal Caddesi'nde alkollü kişilerin dolaşması normal..
Alkolün bu kadar yoğun olduğu yerde, doğal olarak polisin de yoğun olması gerekir değil mi?.
Değil mi, İstanbul Valisi Sayın Ali Yerlikaya?. Değil mi, İstanbul Emniyet Müdürü Dr.
Mustafa Çalışkan?.
Görüntüleri izliyoruz, güvenlik kameralarından. Halit Ayar'ın öldürülmesinden iki dakika önce, caddeden hızla bir polis arabası geçiyor ve gidiyor. Hepsi o.
İki katil, Halit ve arkadaşlarına saldırır, onları yerlere yatırıp tekmelemeye ve bıçaklamaya başlarken, sonra da kanlar içinde bırakıp kaçarlarken ortada tek polis yok. Ne olay yerinde, ne de ilerden bir yerden koşup gelen tek polis görüntüsü yok.
Yani..
Suçun en muhtemel olduğu semtte, suç işlenmesinin en muhtemel olduğu saatlerde, gece yarısı saat üçte, Beyoğlu İstiklal Caddesi'nin göbeğinde hem de, saldıran ve saldırıya uğrayanların hepsi alkollü iken, orada tek, bir tek polisin olmayışı doğal mı sizce, Yerlikaya Valim ve Çalışkan Müdürüm?.
Ben dünyanın dört bir yanını gezdim. Los Angeles'tan Sydney'e.. Londra'dan, Paris, Roma, Berlin'e.. Viyana'dan Madrid'e.. Stockholm'den Tokyo'ya.. Daha sayayım mı?.
Bunlarda ortak olan şey, bu tür cadde ve meydanlarda polis görüntüsünün mutlak olmasıdır. 100 metre gidemezsiniz, bir polis üniforması görmeden.
Bir kenarda park etmiş polis aracı, içinde iki polisle bekler. Kaldırımlarda da, polisler çifter çifter devriye gezerler..
O polislerin asıl orda olma amacı, suç işleyeni yakalamak değil, görüntüleri ile suçu engellemektir.
Dün Mustafa Ilıcalı dostum yolladı. Kadir Topbaş'ın Ulaşım ve Trafik Başdanışmanıydı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile bir radyoda konuşuyor, Ilıcalı Hocam.
Bakan Soylu, otoyol kenarlarına konan trafik aracı maketlerinin trafik suçlarını, dolayısı ile kazaları önlemekte ne kadar etkili olduklarını istatistiklerle anlatıyor ve açıklıyor..
"Şimdi polis maketleri de koyacağız, yol kenarlarında.."
Polis görüntüsü suçu engellemekte o kadar etkili yani..
Şimdi İçişleri Bakanımıza ben sorayım..
"İstanbul'un büyük cadde ve meydanlarında niçin 'polis' yok?. Bütün uygar ülkelerdeki devriyeler niçin mesela Beyoğlu'nda, Karaköy Sokaklarında, Ortaköy meydanında dolaşmazlar?."
Diyeceksiniz ki "Var!."
Var.. Biliyorum. Simitçi, kasetçi, torbacı kılığında var.. Ama sivil polisler, suçu önlemez. O anda suç işleyeni yakalarlar. Onun için varlar. Görevleri o..
Peki, ben vurulduktan, kanlar içinde yıkıldıktan sonra, simitçi koşup vuranı yakalarsa, neye yarar, benim için?.
Orda simitçi değil de, elinde copu, belinde tabancasıyla iki polis dikilse, ben bu kadar kolay, bu kadar pervasız vurulur muyum?.
Bakın Sayın Soylu,
Ben 1980 Aralık ayından beri, 40 yıldır İstanbul'da yaşıyorum. Bu 40 yıl içinde sadece ve sadece Sevgili Dostum Hasan Özdemir'in Emniyet Müdürlüğü yaptığı 2001- 2003 yılları arasında
İstanbul Cadde ve meydanlarında devriye gezen polisler gördüm.. Sadece o iki yıl..
Özdemir, o çok torpilli Adnan Hoca denen suç makinesi adamı basmağa ve tutuklamaya cesaret eden Emniyet Müdürü'ydü. Hala da şüphe ederim ya, acaba o herifi naşerifi bastı diye mi görevden alındı, diye..
İstiklal Caddesi'nden rüzgar gibi geçip giden polis aracı devriye değildir. Kimseyi korkutmaz, çekindirmez. Suça ve suçluya engel olmaz.
İstanbul Polisi, Beyoğlu gibi hem de bir muhtemel suç merkezini, kötü niyetlilere, sabıkalılara, uyuşturucu bağımlıları ve sarhoşlara terk eden, adeta "Gelin burda cirit atın, canınız isterse, tepeniz atar, kızarsanız hatta adam öldürün size engel olan çıkmaz" dercesine, meydanı o kahrolası canilere boş bırakan İstanbul polisi, 22 yaşında ve hayatının ve umutlarının baharındaki, anne ve babası daha mürüvvetini görmenin sevincini bile yaşamamış gencin, iki şişe bira için iki uyuşturucu bağımlısı, iki sarhoş tarafından öldürülmesinden bir nebze de olsa, sorumlu mudur, değil midir?.
Bu sorunun da yanıtını iyi düşünün..
Dün ve evvelki gün yazıp, sorduklarımın yanıtlarını da..
Hukukçu, güvenlikli olmanız gerekmez.
Elini vicdanının üzerine koyan bir "İnsan" olarak düşünün, Sevgili Okurlar!. *** Oto yollara "polis maketleri" koyan İçişleri Bakanım!.
Caddelere ve meydanlarımıza da "Gerçek polisler" koyun!.
Koyun ki, suç önlensin.
Asıl mesele suçluyu yakalamak değil, suçu engellemektir, çünkü!.