Daha ilkokulda başladığım okuma merak ve hırsım hala devam
ediyor, bu yüzden..
Kitap okuma.. Dünyanın en az kitap okunan
ülkelerden biri Türkiye için ne önemli..
Kitap okuma, kültür, her türlü kültür için ne önemli..
Sevgili dostum Ahmet Misbah Demircan, bahçemde kahve içme
davetimi kabul edip uğradığında harika şeyler
anlattı bana..
Hele bir tanesi.. Hele bir tanesi..
"En Büyük Kültür Hamlesi" dediğim şey o!.
Sevgili babam nasıl minnacık asker maaşıyla hemen her türlü kitabı
alıp eve, yani ağbimle benim ayağımıza getirdiyse, Kültür
Bakanlığımız şimdi onu yapıyor..
Projenin adı "Her AVM'ye bir kütüphane!."
AVM'ler artık sadece alış-veriş mekanı değil aynı zamanda yaşam
alanı ve cazibe merkezi. Günde milyonlarca insan buraları ziyaret
ediyor, saatlerce vakit geçiriyor.
AVM "Alış Veriş Merkezi" demek.. Ama buraya insanlar çok fazlası
için geliyor.. Sinema izlemeye.. Yemek yemeye.. Kafelerde oturup
sosyalleşmeye.. Parası olmayanlar için de yerler var.. "Food Court/
Yemek alanı" denen yerde yan yana dizilmiş fast food büfeleri var..
Onların önünde de yığınla masa.. Buralarda oturmak bedava..
Kışın soğuk, yazın sıcaktan kaçmak isteyen binlerce insan, sırf
dolaşmak ve o bedava masalarda oturmak için AVM'lerde saatler
geçiriyor..
Bu ortamda, bedava girip oturabileceğin, üstelik bedava kitap,
dergi ve gazete okuyabileceğin, tertemiz ve muhteşem havalı bir
mekan ne demektir..
Ben çocukken, kahvelerin adı "kıraathane" idi. Çünkü kahveler,
günlük gazete bulundurmak zorundaydılar. Köyde kasabada, gazete bu
kıraathanelerde okunurdu.
Şimdi, gazete, dergi değil, her şey okumak için AVM'ye
gidebileceksiniz.
Aynı mekân içinde kültürel ihtiyaçlarımızın karşılanabilmesi için
fırsat sunuyor.
En büyük sunum da gençlere..
AVM kütüphaneleri, gençlerin de ders çalışma ve araştırma
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlandı.
Şu ana dek açılan AVM Kütüphaneleri..
Nata AVM / Mamak/ Ankara, Vega AVM / Keçiören/ Ankara, Vega
AVM / Eskişehir.
Eylülde açılacak olanlar..
Vega/ Yalova, Vega/ Sultangazi, Vega Silivri, Akyaka/
Ümraniye..
Aralarında İzmir, Adıyaman ve Malatya'nın da olduğu 10 AVM de
sırada..
O kadar da değil..
Bu kütüphaneler, edebiyat ve sanat içerikli ekinliklerine,
söyleşilere, imza günlerine, müzik performanslarına, meddah ve
karagöz gösterilerine, kurs programlarına ve atölye çalışmalarına
da ev sahipliği yapacak.
Demircan dostum iki müjde daha verdi.. Türkiye'nin ilk
havalimanı kütüphanesi de açılıyor. Esenboğa
Havalimanı'nda kütüphane çalışmaları hızla sürüyor.
Yine Türkiye'de bir ilk.. Konya Hızlı Tren Garı'nda bir
gar kütüphanesi açıldı. AVM'de kütüphane.. Gar'da kütüphane..
Terminal'de kütüphane..
"İnsanımızı kitapla her yerde buluşturmak, kitaba hayatımızda
daha fazla yer açmak" demektir.
Ahmet Misbah Demircan'ı Beyoğlu Belediye Başkanı'yken tanımış,
yaptığı harika işlere hayran olmuş ve size her fırsatta
anlatmıştım.
Şimdi sadece Beyoğlu değil, tüm Türkiye için çırpınıyor..
Bravo Kültür Bakanlığı..
Teşekkürler Mehmet Nuri Ersoy Bakanım..
Teşekkürler, Ahmet Misbah kardeşim..
***
Ahmet Hakan "İsa ve Musa"sı!..
Ayasofya'nın ibadete açılması konusunda CHP'nin tavrını "Ne
İsa'ya, ne de Musa'ya yaranamadılar" diye eleştiren Ahmet
Hakan dostuma soruyorum şimdi..
"Peki yönettiğin Hürriyet'in, sen iş başına geçtiğin günden
beri tavrı ne?." Geçen gün "İşte bu hiç olmadı
Jülide Hanım" başlığı altında yazdıklarına
bakın şimdi..
"Haluk Kırcı'nın çıktığı televizyon yayınını izledim. İlginç
açıklamalar yaptı Kırcı... "Solcuların yaptığı katliamlar
gündeme getirilmezken sağcıların yaptığı
katliamlar sürekli gündemde tutuldu" dedi. Sağcı iki köşe
yazarının adını verdi. "Bunlar da katledilen
gazetecilerdi" dedi ve ekledi: "Kim biliyor bu iki
gazetecinin, köşe yazarının ismini?"
Haluk Kırcı'nın bu söylediklerinde yanlış yok. Hatta haklı
da.
Haluk Kırcı olayında temel yanlış şuralardadır:
Bir katliama imza atmış bir şahsa, bir televizyon programında
katliam anlattırmak... Ona "Tamam katliam yaptık ama bir
sor niye yaptık" diye konuşma fırsatı vermek... Bir
katliamın, başka katliamlarla aklanmasına
zemin hazırlamak...
Yani yanlışın büyüğünü Haluk Kırcı'yı ekrana çıkaran Jülide
Ateş Hanım ve onun televizyon kanalı yaptı."
Ahmet Hakan Cübbeli Hoca'yı ekrana çıkaran Fatih Altaylı'yı da
bombalamıştı. İlk fırsatta "İstemem ama yan
cebime koy"culuğunu gösterdi. Kendi de çıkardı.
Şimdi Jülide'nin yaptığı büyük gazetecilik olayına karşı çıkması da
her halde "Neden ben çıkaramadım" kıskançlığındandır gibi
geliyor gene bana..
..Ve bu tavır, sevgili dostuma da, sevgili yazarıma da
yakışmıyor!.
***
Haydi lince!..
Sanatçı ve İnsan Hakları Savaşçısı Haluk Levent, üniversite
öğrencisi Pınar Gültekin'in öldürülmesinin ardından Twitter'dan
yazmıştı.. "Kızlar! Haluk abinizin tavsiyesi! İlişkinizin ilk
günlerinde erkek arkadaşınız kıskançlık ile başka bir
durum ile az da olsa size şiddet uygularsa hoş
görmeyin. Hatta bazıları gibi bunu sosyal
medyada gösterip 'Erkeğim benim' demeyin. Şiddeti
meşrulaştırmayın. Yoksa öldürülürsünüz."
Sosyal medya (!) Levent'i linç etti, biliyorsunuz.
Neymiş.. Erkeğin tarafını tutuyormuş.. Dün sabah gazetemi okuyorum.
Tuba Kaçlık kardeşim, Psikolog, Adli Bilimler Uzmanı Ersa Ezmeci
ile konuşmuş.
"Peki, kadınlar bu kadar normal görünüm altındaki psikopat
erkeklerden kendilerini nasıl koruyacaklar?" diye sormuş,
Tuba..
Psikolog ve Adli Bilimler Uzmanı Ezmeci'nin cevabı, aynen, kelimesi
kelimesine şöyle.. "İlişkinin ilk safhasından itibaren şiddet
göstermeye başlıyorlar zaten. Önce psikolojik şiddet, sonra tehdit
ile devam ediyorlar. Karşı taraf eğer onun istediği gibi
davranmazsa ve sessiz kalırsa şiddetin dozu giderek
artıyor. Kadınlara en büyük tavsiyem şiddetin ilk
aşamasından itibaren ses çıkarmaları ve bu durumu yakın
çevrelerine bildirmeleri olacaktır. Polise veya adli kurumlara
şikayetçi olmaları da son derece önemli. Yani 'Bir
daha yapmaz' diye düşünmesinler. Şiddete karşı suskun
kalınırsa bir sonrakinde daha büyük şiddet ile karşı karşıya
kalınır."
Haydi sosyal medya cengaverleri.. Ve de gazetelerini sosyal medyaya
göre çıkarıp, köşelerini sosyal medyaya göre yazanlar..
Gazeteci ve "kadın" Tuba ile, Psikolog, Adli Bilimler Uzmanı ve
"kadın" Ezmeci'yi de linç edin de, görelim boyunuz kaç santim!.
***
Mehmet Ali Ağabey'i bir de kendinden dinleyin!.. (2)
(Ankara'ya Mülkiye'de okumak için gelen ve paraya ihtiyacı olan
M. Ali Ağabey, o günleri anlatıyor.)
"Elimde meslek sadece Fransızcam var, çeviri yapmaya karar verdim.
Yıl 1953 Ankara'nın en güçlü gazetesi de iktidardaki Demokrat
Parti'nin yayın organı Zafer.
Gittim çeviri yapmak istediğimi söyledim, beni birisine gönderdi
girişteki görevli, ona da anlattım, bana bir Fransız Gazetesi verdi
ve 'Şu makaleyi çevir getir' dedi. Hemen eve gittim yaptım
götürdüm, beğendi ve 'Yedi buçuk liradan haftada bir yazı
verirsin' dedi..
Zafer Gazetesi'nde iki yazı işleri müdürü varmış, birisi
siyasi haberlere bakan Fatin Fuat ki sertliği ile biliniyor, spor
ve magazine bakan ikincisi de benim gittiğim, Galatasaraylı eski
kaleci Sacit Öget.
Öbürüne gitsem, her şey tersine olabilirdi, bu şans işte... Öget
bana iş veriyor, ben gazeteci oluyorum. Mülkiye bitene kadar burada
çalıştım, sayfa sekreterliğini de üstlendim. Böyle başladı
meslek."
Mehmet Ali Kışlalı diplomat olmak için gittiği okulda bölüm
değiştirir, gazetecilik ile birlikte yürüttüğü Mülkiye İdari Şube
son sınıfında bir dersin sınavına girmeyerek askerliğini ertelediği
dönemde bir teklif alır.
Demokrat Parti'den ayrılarak Hürriyet Partisi'ni kuran gurubun
yayın organı Yeni Gün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Altan Öymen, birlikte çalışmak istemektedir.
Başyazar Cihat Baban ile yapılan görüşme
sonunda 1957 yılında, Yeni Gün gazetesinde spor ve
magazin sorumlusu olarak işe başlıyor Kışlalı.. Ama bir gün,
tüm gazete, Cihat Bey'e rest çekiyor. Cihat Bey
resti görünce, Kışlalı dışında herkes kalkıp gidiyor. Kışlalı
1 günde yeni ekip kuruyor..
"Yeni ekip, Hıncal - Öcal Uluç kardeşler. En küçük kardeşim Ahmet
Taner, Kabataş Lisesi'ni bitirip Mülkiye'ye geldi o, bedava ekiple
işe başladık, masraf karşılığı çalışıyorlar ama çok hevesliler, bir
şeyler yapmak istiyorlar... Çok kısa bir süre sonra Altan
Öymen ayrıldı, başsız kaldık. Cihat Baban'a şimdi ne olacak
dedim, o da 'Sen yaparsın' dedi ve tüm gazetenin sorumluluğu bana
kaldı. Burada üç yıl mücadele verdik ama çok güzel bir eğitim
gördük. O üç sene bizler için çok güzel gazetecilik deneyimi
oldu.
Burada, yıllar sonra bana anlatılan bir konuyu da sizlerle
paylaşmak isterim. Hıncal ve Öcal benim kuzenlerim, Merhum Ahmet
Taner Kışlalı da en küçük kardeşim. Gazetede tempo o kadar yüksek
ki, zaman zaman kırıcı da oluyorsun. Yazının şurasını değiştir
diyecek zaman yok, yırtıp, yeniden yaz diyorsun. Bizimkiler bana
çok kızıyorlar fakat bırakıp gitmeyi de istemiyorlarmış. Kim
ayrılmaya karar verirse diğer ikisi onun önüne geçecek diye
aralarında karar almışlar.
Uluç kardeşler beni hep arar ve olayları anlatırlar ardından da
gönlümü almak için 'öyle olmasa biz de yetişemezdik' derler...
Onlar da bir şeyler yapmak istiyorlardı, Hıncal bana gelen
İngilizce gazeteleri inceler ve 'Burada ne demek isteniliyor' diye
sorardı, merakından ve çabasıyla İngilizceyi iyi öğrendi. Hem
kendilerini yetiştirdiler hem de gazeteye yararlı oldular. Yeni Gün
gazetesi kişilik kazandı, Güneş Tecelli, Kurthan Fişek,
Ünsal Oskay sonradan ekibe katılanlardan şu anda aklıma gelen
üniversiteli gençler..."
Genel Yayın Yönetmenidir ama dil bildiği için yurt dışı görevlere
muhabir olarak Mehmet Ali Kışlalı gönderilmektedir. Bu seyahatlere
Galatasaray Lisesi'nde üst sınıflardaki Abdi İpekçi de Milliyet
gazetesinden katılmaktadır, iki eski tanıdık arasında iyi bir de
dostluk oluşur.
(Yarın.. Yankı doğuyor).
***
TEBESSÜM
Sarışın restorandan çıktığında, yolun kenarındaki şoförsüz ve
kapısı açık bir otomobilin hafif rampada ağır ağır ilerlediğini
gördü. Koştu.. Açık kapıdan içeri atladı. El frenini çekip zank
diye durdurdu. İnerken kendisine doğru telaşla gelen adamı gördü ve
gururla seslendi..
"- Durduran benim.."
Adam cevap verdi..
"- Biliyorum gerzek!. İten de ben!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun
çaresi yoktur.
Ahmet Hamdi Tanpınar