Galatasaray'ın Neuchatel Zamax ile oynadığı maç bitti.
İsviçre'nin o köy takımına 3-0 yenildik.. Maçı yazdırdım, çıktım,
bizi getiren basın otobüsüne doğru gidiyorum.. Baktım orada Didier
Six!. Galatasaray'da oynamıştı bir ara.. Ben de hemen her gün
Florya'ya giderdim o zamanlar.. İyi dosttuk..
"Hincal Bey!.. Hincal Bey!.." diye bağırdı..
Koştum. Sarmaş dolaş..
"Çok fena oldu" dedi.. "Hiç tahmin etmiyordum.."
"Sen merak etme, biz orda beş atarız" dedim..
Şaşkın baktı gözlerime..
"Çok zor" dedi, "Sallama" vurgusunda..
"Bu köy takımı bize 3 atıyorsa, koskoca Galatasaray bu köy takımına
niye 5 atmasın Didier" dedim..
Otele geldim, takımın yarısı odalara çekilmiş.. Lobide olanların
ağzını bıçak açmıyor. Başkan Ali Tanrıyar da görüntüde yok ama
futbol sorumlusu Alp (Yalman) orda..
Yanına gittim. Six'e söylediklerimi aynen ona da söyledim ve
sordum..
"Bu dediklerime inanıyor musun?.
"Ben de aynen öyle düşünüyorum" dedi Alp..
"O zaman, rövanş maçı, şu an, burda başlamalı.. Otelde bir salon
ayırt.. Mustafa Hoca dahil takımı topla, başka kimseyi de alma ve
anlat onlara ki, biz bunlara dönüşte 5 atarız.."
Alp aynen yaptı.
"5" lafı o gece takıma söylendi. Herkes inançla tekrarladı.. Dönüş
uçağında herkesin ağzındaydı 5!..
Yeşilköy'de uçaktan inenlerin en önündeydim, elimle "5" işareti
yaparak.. Resimlerim çıktı gazetelerde..
"Beş" slogan oldu..
Öyle oldu ki, skor 3-0 olduğunda maçı İsviçre'nin İtalyan kesimine
kendi dilleriyle anlatan radyo spikeri (Bu yayın bandı
Galatasaray'ın UEFA savunmasında yer aldı. Ordan dinledik. Hani
Zamax maçı hükmen kazanmak istemişti ya..) şöyle diyordu
aynen..
"Kaldığımız Sheraton Otelinden Ali Sami Yen Stadına yol boyu
birikmiş insanlar, takım otobüsüne elleri ile işaret ederek 'Beş..
Beş' diye bağırıyorlardı.. Galiba yapacaklar!."
..Ve beşledik İsviçreli köylüleri.. Ardından Monaco'yu da devirdik
ve Galatasaray Türk Futbol Tarihinde ilk kez, Şampiyon Kulüpler
Kupasında ilk sekize girdi.. Arkası da nasıl geldi,
biliyorsunuz!.
Bu defa İsviçre'nin değil, İsveç'in bir köy takımına, 2-0
kaybettik..
Televizyonun başında toplanan arkadaşlara dönüp "Merak etmeyin,
burda beşleriz" diyemedim bu defa..
Çünkü ortada o umudu veren takım da, "Bu turu kurtarır" diyeceğim
oyuncular da yoktu.. UEFA'ya liste verildiği için, 7 gün sonraki
maçı bambaşka yapacak değişikliği de yapamaz, deneyimli, usta
oyuncuları kadroya alamazdık..
Umut kimsenin tanımadığı Faslı Belhanda'daydı, İgor'a göre..
Takımla doğru dürüst 90 dakika bile oynamayan Belhanda gelecek ve
mucize olacaktı bir haftada öyle mi?.
İgor'un öteki aldıklarına bakınca.. Dursun'un "Uçaklar inmeye devam
edecek.. Yeni çilekler gelecek" diye kasım kasım kasıldığı
çileklere bakınca hele..
Takıma iki gol yediren Maicon en büyük transfer öyle mi?.
Prens İgor'un kadro dışı bıraktığı, istemediği Hakan Balta, o
Maicon'a ders verir..
Gomis?.. Adam olacak çocuk şeyinden belli olurmuş.. Gomis şey bile
göstermedi maçta.. Dolaştı durdu.. Sneijder'in ölüsünü koysak, köşe
direği gibi, İsveç 18'ine, en az iki kişi başında beklerdi..
Galatasaray'da futbolu bırakmasına dahi izin verilmeden kovulan
Reis, Sabri 10 Linnes ederdi. Gördük.
Ama küçük İgor, kendi gibi küçük adamlar istiyor takımda.. Çünkü
"Büyük" adamı yönetemeyeceğini biliyor.. Haddini biliyor..
Peki Dursun ne biliyor?.
Marifetin "Büyük adam"ı yönetmek olduğunu biliyor mu?. "Bu Gomis'i
babam da oynatır.. Mesele Sneijder'i oynatmak İgor Efendi"
diyebildi mi?. Şimdi poposu yemediği için "Beşiktaş ve Fener'e
gitme de nereye gidersen git" diyebiliyor, acz içinde..