Film bittiği anda içimden aynen böyle dedim işte..
"Teşekkürler Yılmaz Erdoğan!."
Türk sinemasına bu kadar güzel bir film armağan ettiği için.. Genel..
Bana bu kadar güzel, bu kadar keyifli, bu kadar duygu, sevgi ve gurur dolu bir film izlettiği için.. Özel!..
Ekşi Elmalar, Kelebeğin Rüyası'ndan sonra unutulmazlarım arasına girdi..
Film, 12 Eylül öncesi ve sonrası dönemde geçtiği için, politik durumlar, mesajlar bekleyenler olmuş.. Oysa Yılmaz politik bir film yapmamış.. 1920'de de geçebilirdi o hikaye.. Bugün de.. O günler de, bugün de, filmde gerektiği kadar yer alırdı. Hepsi o..
Çünkü Yılmaz, politika yapmıyor. Anlattığı insan.. Doğu insanı..
Kendisi de söylüyor zaten.. "Ben felsefe yapıyorum" diyor.. İlk felsefe dersini de "Efendim, 80 öncesinin devrimci hareketleri derinleşmemiş" diye filmi eleştirecek entellere, Reis'in (İki dönem Belediye Başkanlığı yaptığı için herkes Reis diyor) ağzından daha filmin başında veriyor.. Filozofça..
"Bizim millet 'Olmaz' demeyi sever. Olmadığı zaman da 'Ben dememiş miydim' diye övünür!."
Oysa hem de nasıl olmuş, Ekşi Elmalar.. Hem de nasıl olmuş!. Bir sahnede gülüyorsunuz.. Ama her gülüşünüzün içinde bir acılık da var. Yani, şaklabanlık, küfürle değil, düşündürerek güldürüyor Yılmaz.. Hemen ardındaki sahnede, müthiş bir duygusallık var.. Gözlerinizin yaşarmasına engel olamıyorsunuz..
Film başından sonuna bu git geller arasında.. Ve de ara ara, nasıl insanı haince vuran sahneler yapmış.. "Haince.." Çünkü canınıza okuyor o sahneler, tokat gibi gelerek..
Film hakkında o kadar çok şey yazıldı ki, fazlasına gerek yok.. Zaten anlamı da yok..