Hep Putin'den ve Slav yayılmacılığından konuşacak değiliz
ya...
Biraz da edebiyatın büyük Ruslarından konuşalım.
Tolstoy ve Dostoyevski'den mesela...
Şimdi ikisini yan yana andım ya, o soru içinizde uyanıverecek,
biliyorum: Acaba gönlümüz hangisinden yanadır, hangisi "bizim
yazarımız"dır?
Bu soru eskiden beri edebiyat tutkunlarının tatlı eğlenceliğidir.
Snobluk yapıp soruyu küçümseyenlere George Steiner gibi
mühim bir edebiyat tarihçisinin bile "Tolstoy mu, Dostoyevski mi?"
diye çok dolgun içerikli bir kitap yazdığını hatırlatayım.
Bizde pek bilinmeyen ama iki satırını olsun, okuyan herkesi derhal
etkileyen Rus filozofBerdyaef işi daha öteye götürmüş;
insanları karakteristik olarak Tolstoyvari
tipler,Dostoyevskivari tipler diye ikiye ayırmaya
kalkışmıştır.
Neyse malum soruya gayet kişisel, hatta hafiften dalgacı bir cevap
verip esas konuma geçeyim...
Efendim, bir nevi Tolstoycuyum! Fakat Dostoyevski'nin
Budala'sına kalpten bağlıyım.
Esas konu şu...
İlginçtir, biz Tolstoy'u yaşarken çok sevmişiz.
"Aile Saadeti" romanının 1890'ların başında önce Tercüman-ı
Hakikat'de tefrika edilip sonra kitaplaştırıldığını biliyoruz.
"Kroyçer Sonatı" da 1896'da İkdam gazetesinde tefrika edilmişti.
20. Yüzyıl'ın hemen başında Tolstoy'un hayat hikâyesi ve "insanlığı
iyiliğe çağıran" fikirlerini tanıtan kitaplar o kadar ilgi
çekmiştir ki, birtakım genç Osmanlı aydınları ona mektuplarla
ulaşmaya çalışmış, büyük yazar da bunlardan bazılarına cevap
yazmıştır.
Tolstoy'un ilk çevirilerini yapan Türkolog Olga
Lebedeva (Madam Gülnar) da o dönemde "Tolstoy'dan alıntı
yapmayan bir Osmanlı eseri ve Tolstoy'un hayatından söz etmeyen bir
gazete bulunmadığını" söylüyordu.