Öğle üzeri işlerimi bitirdim. Eve yemeğe gideceğim. Yaz günleri arabamı karşıya getiriyor, Ercan.. Böylece yığınla dolaşmadan kurtuluyor, yolu on dakika falan kısaltıyoruz. Ben de, temiz havada biraz yürümüş oluyorum. Klima havasından sonra iyi geliyor.
Köşeye geldim. Trafik akıyor, ben yaya geçidinin başında yeşil ışık bekliyorum. Dikkat buyurun, burası Sabah ve Atv'nin önü. Barbaros Bulvarı.. Yani İstanbul'da kurala uyulacaksa burada uyulur.
Kural var. 1. güç, Yasama koymuş.. Yürütme var. 2. güç.. Etraf sivil, resmi polis dolu. Ve en önemlisi 4. Güç orda.. Bir basın ordusu..
Ama İstanbul öyle sahipsiz, öyle başı boş ki, kimsenin umurunda değil, kural, polis ve medya.. Çünkü her kural tanımaz, medeniyetsiz, uyanık hayvan biliyor ki, ne polis aldırır bu rezilliklere, ne Sabah, ne atv istihbaratı.. Bir Hıncal yazar 20 senedir tek başına.. Çaresiz.. Sonuçsuz..
Yeşil yandı karşıya yürüdüm. Bir motosikletin beni ezmesine ramak kaldı. Çünkü bu motosiklet denen lanet aletin, yaya mı, araç mı olduğuna bu ülkenin koskoca İçişleri Bakanlığı karar veremedi.
Motosiklet bulvarın öbür tarafından ters yönden hızla indi, yaya geçidine daldı ve üzerimize sürdü. Bu vukuat-ı adiye.. Çünkü karşı kaldırımda bir yığın fast food dükkânı var. Motorlar kaldırıma park etmiş.. Suç aslında.. Ama aldıran yok. İçeri bakarsanız, o dükkânda polislerin oturduğunu görürsünüz. Kavşakta durması ve o motosikletleri trafikten alması gereken polislerin yeme içme ve dinlenme mekânları...
Ondan sıyırdım ama, arkamda gözüm yok ki.. Meğer teslimatı yapmış bir motor da, dükkâna dönermiş. O da uzun uzun dolaşmak yerine sürmüş yaya geçidine.. Ercan hızla kolumdan çekti de kurtardım.
Bir gün kurtaramayacağım. O kadar sık oluyor ki bu motosiklet rezillikleri.. Bir gün yıkacaklar beni..
Bindik arabaya devam ettik.. Ana caddede trafik her zaman felç. Çünkü aldıran yok, sahipsiz şehirde.. O facia yolu kullanmıyor, arka yoldan, Zorlu'nun ordan gidiyoruz. Sapağa girdik ki, sağdan bir taksi yolumuzu polis aracı gibi kesti. 34 TCP 60!.. Direksiyonda acemi biri olsa, gittik.
Hani "Kontrolü kaybetti, bordürlere çarptı öldü" kazaları var ya.. Onlardan olacağız. Çünkü TCP 60 hızla sağ yapıp üzerimize geldi, ayni hızla sola kırıp kendini kurtardı. Ercan paniklese, o da sağa kırsa bittik.. Bizim sağımızdan da bir kamyon geliyor. Tercih yapacağız, taksiye mi, kamyona mı çarpalım diye.
"Niye yaptı bunu" dedim, Ercan'a.. "Niye ölümcül bir kazaya zorladı bizi.."
"Siz arkada okuyorsunuz da farkında olmuyorsunuz Hıncal Bey, bu kaçıncı" dedi.. "Siyah minibüs ya bu araba.. Ticariler bizi Uber sanıp, hatta bazen iki taraflı sıkıştırıyor, kazaya zorluyorlar."
Eee.. Boğaziçi Köprüsü girişinde görevli üç polis ekibi de bizi Uber sanıp çevirmiş ve gerçeği görünce "Kemer bağlı değildi" demişlerdi. Onlar ceza keserlerken ben de köprünün dört şeridinden geçen onlarca arabayı göstermiştim amirlerine..
"Şuraya bakın. Onlarca yüzlerce araba geçip gidiyor. Bu nasıl kontrol?."
İstanbul'da böyle.. Trafik polisleri o aslında "Yok" Müdür ne emrederse onu yapıyor, gerisini seyrediyorlar.
Trafik Müdürü yok.. Onun başı, Emniyet Müdürü yok. Onun da başı Vali yok İstanbul'da..
İstanbul halkı kaderi ile baş başa..
Burda plaka vererek yazdığım rezilliklerle ilgili "Yasal Görevleri" olan bilgi verme işlemini de yapmıyorlar. Bu işi yapmak için halkın vergileriyle kurulmuş Basın Büroları varken.
Ben "Cevap verin.. Bilgi verin" diye ısrar edince Ankara'dan Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Daire Başkanı arar olmuştu.
İki aydır onun da sesi kesildi.
Onun için bu başlığı yazdım..
Eğer hem de Sabah gazetesinin civarında, bir kazaya uğrarsam, tüm dostlarım ve ailem bilsin ki, sorumlu İçişleri Bakanlığı'dır.
Sahipsiz İstanbul'u bile bile seyreden bakanlık.. Bu son başvuru makamım.. Onun da boşuna olduğunu biliyorum. Çünkü İstanbul halkının trafikteki işinin Allah'a kaldığını biliyorum.
İstanbul ayni İstanbul!.