Sene 1946.. Mevsim sonbahar!."
Zeytin deyince aklıma hep Bedri Rahmi'nin bu dizeleri gelir..
Niye "Zeytin ağaçları"nın arkasındadır yar acaba?. Gülizar, ya da lalezarlarda değil mesela?.
Çünkü zeytin kadının en çarpıcı güzelliğinin, gözünün simgesidir..
"Zeytin gözlüm sana meylim nedendir" diye sorar ya şarkılar,cevabını içinde taşıyarak!.
Onlarca, yüzlerce şarkı, türkü vardır ya zeytin üstüne..
Çünkü zeytin tek başına romantizmdir..
Aşktır..
Zeytin benim çocukluğumdur.
Kilis'te dedemin zeytinlikleri vardı. O zeytinlerden zeytinyağı çıkaran mahseresi, yani atölyesi de. Kilis zeytinyağı nasıl ünlüydü o zaman. Zeytinliklere gitmek o kalabalık torunlar için nasıl bir eğlence kaynağıydı.
Piknik yapardık zeytinlerin altında..
Zeytin hasadı ayrı şenlikti. Zeytinin yağını ayıran o devasa döner taşı izlemek de ayrı bir keyif. Mahsereden çıkan taze yağı anneannem kahvaltıda zahterin yanına koyardı. Ekmeği önce yağa, sonra da, kırk çeşit dağ otunun kurutulup dövülmesinden oluşmuş zahtere batırır yerdik, bir lezzet harikası..
Büyürken, zeytinin ayni zamanda "Barış"ın simgesi olduğunu öğrendim.
Güvercin haberci kuştu. Ama ağzında zeytin dalı taşıyana "Barış Güvercini" denirdi.. Çünkü o ağzındaki zeytin dalı barış, huzur, mutluluk, umuttu..
"Zeytin dalı uzatmak" deriz.. "Barış teklifi" demektir, sözlüklerde de yaşamda da..
..Ve Meclis'te uzun zamandan beri ilk defa, partiler birbirlerine "Zeytin Dalı" uzattılar, geçen hafta..
Zeytinlikleri kurtarmak için, zeytin dalı uzattılar, iyi mi?.
Arkasında sadece sevgilinin değil, hepimizin gönlünün durduğu zeytin ağaçlarının kesilmesine izin veren tasarıyı Meclis'ten çektiler..
Zeytin, bu ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu şeyi, iç barışı, sadece kendi ağacı için olsa bile sağladı ve minnacık da olsa umut verdi..
"Zeytinde anlaşanlar, başka şeylerde niye anlaşmasın?." *** Çok tartıştık kamuoyunda, zeytinliklerimizin kesilmesini..
İlk isyan eden Tarkan oldu.. Sanayi Bakanı "Tarkan'ın zeytinlikleri mi varmış" gibisinden, kendisine dönen bir bumerang fırlattı hatta.. Oysa Tarkan, sanatçı sorumluluğu hissedenlerin başında geliyordu..
Yıllar yıllar önce, ülkenin çölleşmesine dikkati çeken "Uyan" şarkısı ile haykırmıştı hepimize..
Orhan Gencebay da yanındaydı.
Tarkan'a sazıyla eşlik ederek..
"İki gözü iki çeşme hepimize sesleniyor Deva bul bu derde gel beni kurtar diyor Kanadı kırık kuş gibi garibin içi kan ağlıyor Beni ateşe atmadan önce vicdanına sor diyor" "Uyan" diye haykıran doğaydı.. Yeşildi..
Ağaçtı.. Zeytindi!.. Daha 2008'de.. *** Bazıları konuya "Muhalefet olsun da, torba dolsun" gibisinden daldılar.
Ömür Gedik, klişeler kullandı mesela "Baltalar elimizde" diyerek..
"Çocukken hepimize 'Baltalar elimizde/ Uzun ip belimizde/ Biz gideriz ormana/ Hey Ormana' diye şarkılar söyletilen ülkede. Çocuk yaşta balta, ağaç kesme ve katliamla tanıştırıldığımız ülkede" diye yazdı..
Çocukken bu türküyü söylemişse, göründüğünden çok yaşlı olmalı Ömür!.
O şarkılar bizim çocukluğumuzda söylenirdi çünkü. O zaman musiki eğitimi çok çok önemliydi. Okul şarkılarımızın çoğu, bizi o yaşta çok sesli müziğe alıştırmak için hazırlanmış ve müfredata konmuştu, bir defa.
"Yerli Mallar Haftası" vardı mesela..
Yerli Malı Marşı söylerdik. Yıllar sonra öğrendim. Müziği Bizet'nin Arlesien suiti imiş.. Zafer Bayramlarında okuduğumuz Zafer Marşı meğer Verdi'nin Aida Operası'ndanmış.
"Daha dün annemizin kollarında yaşarken" türkümüzde bile Mozart imzası varmış..
Gürer Aykal kuşağı nasıl oluştu sanırsınız?.
O çok sesli şarkıların sözleri de, anlamlı, öğretici, düşündürücüydü..
"Baltalar elimizde" en başta..
Sen o devri sahiden bilir misin Ömür?.
Evlerde kaloriferi geç, maden kömürü sobası bile yoktu. Tek ısınma yolu odundu..
Köylerde ocakta (Şömine değil, ocak) yanardı odun.. Kentlerde sobalarda çıtırdar ve sadece yandığı salonu ısıtırdı.
Her evde odunluk vardı o zaman Ömür.. Odunluk..
Odun nerde?.
Orman'da..
Köylük yerlerde, evin erkekleri yazdan odunları keser, odunluğu doldururlardı.
Babamın dedesi, sırtındaki odunla eve dönerken (Yüz yaşın üstündeydi, Kafkasyalı büyük dedem..) düşmüş, kalçasını kırmış ve ölmüştü.
Kentlerde de oduncular vardı. Gider ordan kantarla alırdık. En hızlı tutuşan en pahalısıydı. Çam olana "Çıra" derdik.. Çıra gibi yanardı o.. Kibrit yeterdi. Sobadaki odunu çıra tutuştururdu.
O şarkı çocuklara odun kesmeyi aşılamazdı Ömür.. O şarkı çocuklara ormana gitme isteği verirdi bir.. Doğa ile kucaklaşma özlemi verirdi..
İkincisi ve asıl önemlisi..
"Hangi ağacın kesileceğini" söylerdi..
"Yaşlı kütük seçeriz Karşılıklı geçeriz Testereyle biçeriz Hey biçeriz." Bunu ezberleyen çocuk, ormanda babasına "Hey o daha fidan" diye bağırsın diye..
Yıllar yıllar sonra, Sevgili Dostum Faruk Bayhan ve eşiyle, Berlin'de araba kiralamış ve kentin dışına çıkmıştık.
Orda tarihi bir imparatorluk sarayı vardı.
Kapıdan girdik ki, yüz yıllık ağaçlar kesilmiş.
Devasa kütükler öyle uzanıyor yerde..
"Bu ne" diye sordum şaşkın bir öfkeyle, bizi gezdirene..
"Bunlar orman mühendislerinin işaretlediği yaşlı ağaçlar.. Onlar kesilmeli ki gençler yaşasın ve bu koru devam etsin.." O zaman çocukluk şarkımı düşündüm işte Ömür.. Yaşlı kütük seçmenin ayni zamanda ormanı korumak olduğunu orda aklıma getirdim, ilk..
Sen o şarkının son bölümünü yaşadın mı hiç ömründe, Ömür?.
"Kışın odun yanınca
Alevler parlayınca
Şarkı söyler oynarız
Hey oynarız!."
Buz gibi havada titreyerek eve dönmüşsün, daha paltonu, kaşkolunun külahını çıkarmamışsın, sobada hazır bekleyen odunların arasına babanın yakıp uzattığı çıranın, beş dakika geçmeden parlayan alevlerin keyfini yaşamamışsın ki..
Kalorifer devri çocukları, odunun, insanın sadece vücudunu değil, ruhunu da ısıtan, tüm aileyi neşeye boğan o alevlerinin keyfini hiç yaşamadılar ki?. Nerden bilecekler?..
Sen hiç odun sobasının başında ailecek toplanıp kestane kızarttın mı, mısır patlattın mı? Baban aileye en güzel kitapları okurken annenin hazırladığı meyveleri paylaştın mı Ömür?
O zaman sen nerden bileceksin?.
Keşke çocukken, babanla ormana gitseydin Ömür, odun kesmeye!.