15 Temmuz’dan beri toplumsal reflekslerimizde duygunun çok önemli bir ağırlığı var. Acı ve öfkenin harmanlandığı bu duygu hali, o günden bu yana meydanlara aktı, gündelik sohbetleri şekillendirdi, sosyal yaşama egemen oldu. Çünkü istiklalimiz hedef alınmış, millet olarak şehitler vermiş, meclisimiz bombalanmış, Cumhurbaşkanımızın canına kastedilmiş, özetle hepimizin kalbi ağır yara almıştı.
Buluştuğumuz birlik ve beraberlik duygusu o günden bu yana kurduğumuz bütün cümleleri kuşattı. Zira, bu ağır yaranın tek ilacı, birlik olmaktı. Toplumsal ve siyasi konular karşısında rasyonellikten milim sapmayan köşe yazarları dahi, bu duygusal atmosferin parçası olmaktan geri durmadı, duramadı.
7 Ağustos’ta ise, bu duygusal atmosferi zirvelerde yaşadık. Türkiye’nin birlik ve beraberliğine samimiyetle inanan milyonlar, bütün farklılıkları geride bırakarak Yenikapı’da aynı noktada hizalandı. Farklı siyasi görüşler, birbirini alkışladı. Buraya kadar herşey çok değerli ve çok güzeldi.
Fakat bundan sonra yeni bir aşamaya geçmek, birlikte yaşama aklı üretmek durumundayız. Bir anlamda, duygudan akla ve stratejiye geçiş noktasındayız. Ürettiğimiz milli duyguyu bir zemin olarak görüp, üzerinde yeni bir demokrasi aklı üretmeliyiz. Gerçekçi olmak gerekirse, bu emeksiz olabilecek birşey değil. Bunun için emek harcamak, fedakarlık yapmak, alışkanlıklarımızı gözden geçirmek, gerekiyorsa değiştirmeyi göze almak durumundayız. Batı tarzı, çifte standartlı, defolu bir demokrasi anlayışından değil, kendi coğrafyamızın sosyolojisinden, tarihsel tecrübesinden ilham alarak, bu millete has bir demokrasi sözleşmesi yapmalıyız. Çok şükür ki, zemin buna hazır.