İki kutuplu dünyadan çok kutuplu bir dünyaya geçiyoruz. Artık süper güç tanımı, yerini güçler tanımına bırakıyor. ABD ve Rusya’dan sonra Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin ekonomik ve siyasi gelişimi, dünya düzenini değiştiriyor. Türkiye gibi, gücünü tarihsel derinliğinden, jeopolitik konumundan ve büyüyen ekonomisinden alan ülkeler de, yeni dünya düzenini biçimlendiren konumlar elde ediyor.
Benzer şekilde Batı merkezli modernizm, artık yerini yerel modernliklere bırakıyor. Bu gelişme, modernliği Batı toplumlarının tekelinden çıkarıyor, kendi modernliğini inşa edip, onu yeniden üretiyor. Her ne kadar küreselleşme tüm dünyayı kuşatsa da, yerel medeniyet havzalarında küreselleşmenin dayatmalarına karşı güçlü bir itiraz var. Gerek siyasal olarak, gerek ideolojik olarak bir direnç gelişiyor.
Kültür de, bu direnişin başlıca alanlarından birisi. Modernizmin dünyayı tektip bir kültürel alana hapsettiği bir dönemde, medeniyetlerin binbir rengini taşıyan unsur olarak kültürel ihyanın önemi gittikçe artıyor. Bunun adresi de gelenek. Gelenekler, değişimin dinamik kaynağı olarak yeniden yorumlanır, modernliğin içine ne kadar taşınabilirse yerel modernleşme o oranda başarılı olur. Küreselleşme ile yerel dinamikler arasındaki gerilim o oranda azalır. Aksi halde gelenek, dondurulmuş ya da müzeleştirilmiş olarak hayattan çekilir, boşluklar ise, küreselleşmenin tektipli yönelimleriyle doldurulur.