Hac, yalnızca dini bir ibadetin adı değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik boyutu olan bir olgu malum. Fakat genel olarak fıkıh kitaplarının bir parçası olarak ele alınmış. İslam alimlerinin gündemi dışında çok da geniş çaplı çalışılmamış, tartışılmamış bir konu. Öyle ki, toplum arasında dahi haccın zorlukları konuşulmamış, hacı hatıralarında hep yolculuğun manevi boyutuna vurgu yapılarak, bu alandaki organizasyonel sorunların dahi üstü örtülmüş. Hal böyle olunca, haccın sosyo-ekonomik, siyasal boyutu ikinci plana atılmış.
Tarihsel olarak da, sosyolojik ve ekonomik boyutuna daha çok
seyahatnamelerde ve resmi devlet kayıtlarında rastlayabiliyoruz. Bu
alanda kapsamlı bir tarih araştırması ne var? diye baktığımızda
karşımıza Osmanlı tarihçisi Suraiya Faroqhi’nin ‘Hacılar ve
Sultanlar‘ adlı çalışması çıkıyor.
Kitabın sayfalarını çevirince, gerçekten de haccın tüm yönleriyle
çalışılmayı bekleyen, dünyada eşi, benzeri olmayan önemli bir
sosyal ve ekonomik hadise olduğunu hatırlıyorsunuz. İslam tarihi
boyunca hacıların iaşesinden, hacca giden kervanların güvenliğine,
bedevilerle yapılan pazarlıklardan, Hicaz bölgesine gönderilen
hediyelere ve nihayetinde siyasal meşruiyet aracı olarak
kullanılmasına kadar çok boyutlu bir mevzu ile
karşılaşıyorsunuz.
Hac, Emevi, Abbasi, Memluk ve Osmanlı dönemlerinde siyasal egemenlik alanının kapsamına giren ve geniş İslam coğrafyasını ilgilendiren bir konu olmuş. Her yıl haccın sorunsuz biçimde gerçekleştirilmesi halifenin meşruiyeti adına son derece önemli görülmüş. Zira, hac kervanlarının güvenliğinin sağlanması hem görev, hem de hak sayılıyordu. Keza, bölgedeki kamu binalarının bakım ve inşası bu meşruiyetin en önemli fiziksel göstergelerindendi.