Son günlerde bir seferberlik var, arenalar stadyuma dönüşüyor, club’lara, cafe’lere yeni isimler öneriliyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın 8. Uluslararası Türk Dil Kurultayı’nda gündeme getirdiği bir yaklaşım üzerinden… Bu bağlamda, gözden geçirilmesi gereken nice konu var; sözgelimi hastane yerine şifahane… İnsanın umuda en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda hastalık odaklı bir mekan yerine şifa merkezli bir yere gitmesi ne kadar anlamlı.
Kelimelerin psikolojisi var. Şifahanenin çağrışımları oldukça pozitif ve çok daha kadim bir müessese. Hastane kelimesi, Türkçeye Farsçadan geçmiş ve ilk kez 19.yy’da Lehçe-i Osmani’de yer almış. Öncesinde ‘daru’ş-şifa, şifahane, daru’s-sıhha, daru’t-tıb’ gibi kelimeler kullanılıyordu sağlık hizmeti veren kurumlar için.
Tıbbi yaklaşım, bir tedavi sanatı olarak algılanıyordu. Koruyucu tıp anlayışı, sağlık konusuna bakışın temelini oluşturuyordu. Osmanlı hekimleri, sağlıklı olmak için uyulması gereken kuralları tıbbın esası kabul ediyor, buna rağmen bir hastalık olursa o zaman tedaviye yöneliyorlardı.
Osmanlı şifahaneleri toplumdan tecrit edilmiş ya da insanı disiplin altına alan kurumlar değil, hayata dair birçok fonksiyonun bir araya geldiği külliyelerin, bir parçası olarak inşa edilmişti. Her şifahane bir vakıfla destekleniyor, yolcu ve yoksullara ücretsiz hizmet veriliyordu. Zaten Osmanlı toplumunda evde hasta bakımı çok daha yaygındı. Şifahaneler, sosyal yardımlaşmanın parçası olan ve şefkat yaklaşımıyla yönetilen yerlerdi.
Sağlık hizmeti, sosyal hizmet alanı olarak görülüyordu. Bugün olduğu gibi ilaç ve tıp teknolojileri sektörünün güdümünde bir saha değildi.