Modern hayatın gerilimlerinden birisi de, sadelik ve gösteriş arasında yaşanıyor. Kapitalizm, insanı tatmin edilemez tüketim çılgınlıklarına çağırırken, minimalist yaşam trendleri üç-beş eşya ile hayat sürmeye davet ediyor. Bu uçlar arasında, iki eğilim de doğallıktan uzak, dönemlik modalar olarak hayatımızda gerilimler yaratıyor.
Yeni nesiller, sade hayat akımlarının daha çok batıda ortaya çıkmış yeni bir hayat tarzı olduğunu düşünüyor. Oysa Batı’daki anlamı, kapitalizmin panzehiri olmaktan öteye gitmiyor. Gerçek sadelik, saflığını koruyabilmiş inanç ve felsefelerden neşet ediyor.
Sadelik, sadece ekonominin değil, aynı zamanda dinin, iletişimin, mimarinin, gastronominin, modanın alanına da taalluk eden geniş bir olgu.
Ancak sade bir yaşamın esaslı bir mahiyete sahip olabileceğini en baştan ifade edelim. Yalın, doğal, basit, gösteriş ve süsten arınmışlık, anlamla birlikte estetiğe de kapı aralıyor.
Topkapı’yı, Elhamra’yı güzel yapan şey de, sadeliği değil mi? Batılı bir muharririn Osmanlı toplumunu tarifinde kullandığı ifadelerle, o mekanlarda ‘sadelik içinde ihtişam, sukunet içinde belagat, zarif bir durgunluk içinde duygulu bir hayatiyet, parıltılı bir hayat içinde kibar bir hakikat’ yaşatılıyor.