Gökdelenlerle kuşatılan kentlerde eğlence kültürleri de değişip dönüşüyor. Artık, kentlerde eğlence mekânları 'Hayatı çok sevme yeri', 'Hayata yepyeni bir tat' gibi sloganlarla inşa ediliyor. Daha çok orta sınıfa hitap eden bu mekânların temel özelliği, restoran ve kafelerin, butik hobi dükkânlarının, sinemanın, su ve ışık gösterisi gibi enstantanelerin bulunması. Artık AVM'lerin her şey bir arada konseptinden de ayrılan bu yeme-içme merkezleri, 'boş zaman'ı örgütlemenin ve hedonizmin yeni mabetleri olarak çoğalıyor.
Kapitalizm, insana bir ömür boyu yetecek gardıroptan, her gün bir yenisi çıkan teknolojik enkazdan sonra şimdi de yarattığı yeni yeme-içme kültürü ile sofralarımızı bu kamusal mekânlara taşımaya zorluyor. Onlarca çeşitten oluşan kahvaltı mönüleri, envai çeşit kahvesi, waffle'ı, fondüsü, beş çayı, akşam güneş batmaya yakın mükellef akşam menüleri, meyve tabakları ile döngüsel bir yeme-içme girdabına sevk ediyor insanları. Artık ocak tütmeyen evler, insanların üst üste yaşadığı yaşam kutucuklarına dönüşüyor.
Bu eğlence mekânları, sıkışık masaları, sohbetleri bastıran yüksek volümlü müzikleri, nargile dumanlarına karışan insan siluetleriyle, iletişimi, diyaloğu, beslenmeyi içeriksizleştiren bir eğlence kültürü dayatıyor. Bunca ışıltının, bunca aydınlığın altında hakikate karşı körlüğü besleyen bir kültür doğuyor.
İnsanoğlunun, denizi, havayı, toprağı endüstri atıklarıyla kirlettiği bir dünyada, haz odaklı bu mutluluk felsefesi, yalnızca 'carpe diem', yani 'anı yaşa' telkininde bulunuyor.