Ulusal bayramlar, ‘milliyetçilikler çağı’ olan 19. ve 20.yy.başlarında siyasal rejimlerin ve ulus devletlerin meşruiyetinin sağlanması bakımından önemli birer araçtı. Her yıl aynı tarihte icra edilen bayramlar sayesinde kolektif hafıza güncellenip, toplumun birlik duygusu tazeleniyordu. Geleneğin inşası bağlamında, yeni ulus devletler, semboller taşıyan armalar, marşlar ve bayramlar gibi enstürmanlarla meşrulaştırılıyor, toplumunun milli hisleri bunlar aracılığı ile coşturuluyordu. Fakat Cumhuriyet tarihi boyunca milli bayramlar Türkiye’de halka yeterince inmedi. Kutlamalar çoğu zaman stadyumlara hapsedilerek, öğrencilere ‘formalite’ hissi verecek derecede, duygudan mahrum icralara dönüştü.
Milli bayramların kutlanmasına toplumun bir kesiminin yeterince iştiyak duymaması, devlet nezdinde yapılan ayrıştırıcı uygulamalardan kaynaklanıyordu. Tepeden inmeci devrimci refleks, yok saydığı kesimleri, toplumun tümünü kuşatması gereken bayramlarda da görmek istemedi. Uzun yıllar boyunca devletin üst kurumlarında organize edilen bayram kutlamaları genel halk eğilimlerinden ve değerlerinden uzak biçimde icra edildi. Son 15 yıl içinde her milli bayram resepsiyonunun en tartışmalı konusu ‘türban hassasiyeti’ oldu. Eşleri başörtülü erkek siyasetçilerin devlet protokolüne eşleriyle katılımları hep soruna dönüştürüldü. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde, eşleri başörtülü olan devlet protokolüne ‘eşsiz’ davetiye gönderilerek ayrımcılık yapıldı. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde ise, ‘eşli ve eşsiz’ olmak üzere ikili resepsiyon formülleri geliştirildi. Eşli olanlara ordunun yüksek komuta kademesi genel olarak katılmadı.