Müzecilik son yıllarda tüm dünyada anlamı değişen ve dönüşen bir olgu. Özellikle 1970'lerden sonra müzeler, yeni işlevler yüklendi. 70'lerden önce, durağan, tozlu ve tarihe ait bir mekan algısı ile özdeşken, hususen son 20 yıldır kültürel, sosyal ve sanatsal açıdan canlı birer yaşam alanına dönüştü. Özellikle Batı metropollerindeki büyük müzeler, eğitim hayatının bir parçası olmaya, kafeleri, süreli sanat sergileri ve kültürel etkinlikleriyle kentin yaşayan mekanları haline gelmeye başladı.
Dünyada son derece ilginç müze konseptleri var. Louvre'dan, Metropolitan'a, Tate Modern'den, Guggenheim'a marka müzeler bir yana, Cenaze Tarihi Müzesi'nden 'Bilgisayar Oyun Müzesi'ne oldukça spesifik temalarla müzeler kuruluyor. Özel müzelerin sayısı gittikçe artıyor. Kurumlar, hafızalarını yönetim binalarının küçük bir bölümünde de olsa, muhafaza etmeye, sergilemeye çalışıyorlar.
Henüz önemi yeterince anlaşılmamış olsa da, müzeler kamu diplomasisi açısından da son derece önemli mekanlar. Uluslararası ilişkilerde politikanın açamadığı kapıları açarak, diplomatik bir araç olarak işlev görebiliyorlar.
Türkiye'de müzeler, henüz potansiyelleri yeterince fark edilen / kullanılan mekanlar değil ne yazık ki. Kültür hayatının temel yönlendiricileri olma noktasında dünyaya göre geri durumdalar. İstanbul Modern, Sabancı Müzesi ya da Baksı Müzesi gibi çarpıcı teşebbüsleri saymazsak, pek çoğu henüz yeterince tozlarından silkelenmiş değil. Elbette Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji Müzesi gibi belli başlı müzelerin etki alanını hariç tutuyoruz. Ama ülkemizde müzelerin ziyaretçi bekleyen mekanlar olmaktan çıkıp, ziyaretçi çeken davetkar yerler haline gelmesi konusunda bir atılıma ihtiyaç var.