AK Parti’nin 7 Haziran seçimlerinden beklenen sonucu alamaması üzerine yapılan eleştiri ve/veya özeleştiriler içinde en yaygını, farklı kesimlerin küstürülmesi ve ben merkezli bir siyaset anlayışının belirmesi oldu. Farklı kesimlerin küstürüldüğü kısmen doğru. Gerekçeleri şöyle veya böyle, haklı ya da haksız olabilir ama AK Parti’nin kuruluş yıllarındaki heterojen yapısı ve kuşatıcı dili ortadan kalktı. Bir kısmı AK Parti’nin değişen şartlara göre şekillenen eğilimleri, bir kısmı AK Parti’nin varlığına dahi tahammül edemeyen karşı cephenin birtakım hazım problemlerinden kaynaklandı.
Kuşkusuz, ortada geçmiş yıllara göre bir gerileme varsa,
rasyonel biçimde bunun muhasebesi yapılmalı. Başları kuma gömmenin
âlemi yok. Bu küskünlüklerin sebepleri ortaya konmalı, iyice analiz
edilmeli ve atılması gereken tüm adımlar atılmalı. ‘Şöyle yaparsak
taviz olarak mı algılanır?’ demeden rasyonel bir değerlendirmenin
gereği ne ise, bu aynen yapılmalı.
Fakat bu belirsiz ortamda birtakım kişi ve partiler, topluma ‘biz’
kuşatıcılığı vaat edip, mavi boncuk dağıtmaya kalkmamalı. Zira
herkesin samimiyet potansiyelini biliyoruz. Şimdiye kadar hangi
partinin ya da liderin geçmişinde böyle bir kuşatıcılık örneği var.
Zedelenmişse de, kuşatıcılığın en yaygın pratiklerini yine Erdoğan
liderliğinde ve AK Parti çatısı altında gördü bu ülke. Biz
diyebilmenin en temel unsurlarından biri olan Kürtler, dindarlar ve
yok sayılmış tüm kesimler samimice oyuna dâhil edildi. Karşılığında
büyük riskler alarak hem de.