Anayasa Mahkemesi’nin, Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili kararının ikinci bölümünü hukuk açısından savunmak mümkün değil. Mahkeme’nin 12 üyesi, devam eden davanın özüne giriyor ve “sanıkların yaptığı casusluk ve terör örgütüne (FETÖ’ye) bilerek isteyerek yardım etmek değil” diyor. Zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Devlet içinde iddia olunan FETÖ’cü unsurların kumpası ile MİT TIR’larının durdurularak, Türkiye’nin dışarıya, “Ankara terör örgütlerine yardım ediyor” iddiası ile jurnallenmesi casusluktur. Bu kumpas ve Cumhuriyet gazetesinin buna dayanarak yaptığı yayınlar, en fazla ABD’nin Suriye politikasına alan açmış ve Türkiye köşeye sıkıştırılmıştır. MİT TIR’ları meselesinde Paralel Yapı elemanları taşeron olarak kullanıldı ise perde gerisinde asıl ABD olabilir. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, toplumun büyük çoğunluğu bu olaya casusluk diyor. Yargı da bu iddia ile devrededir. AYM’nin 12 üyesi, mahkeme safahatı başlamadan, delilleri görmeden, iddianameye bakma gereğini bile duymadan “casusluk yok” kararını nasıl vermiştir? AYM’nin 12 üyesi varken o zaman ilk derece mahkemelerine, Yargıtay’a ne gerek var? 2008’de AK Parti kapatılmaya kalkındığında, “Sovyetler Birliği’nde Polit Büro’nun bu kadar yetkileri yoktu” denmişti... AYM’nin ilk derece mahkemesinin ve Yargıtay’ın yetkilerine el koydu iddiası yabana atılamaz. Sayın Mahkeme Başkanının “kararlarımız herkesi bağlar, biz hep buradayız” gürlemesi, yargıya müdahale isnadına cevap teşkil etmiyor... Anayasa Mahkemesi’nin bizzat kendisinin anayasayı ihlal ettiği iddiaları karşısında ikna edici bir cevap olmuyor. AYM’nin kararını alkışlayan koro ise kararın bu ikinci bölümündeki hukuksuzluğa hiç değinmiyor. İnsaf katlediliyor, vicdan hançerleniyor, bir “turuncu devrim” sürecinin başladığı sarhoşluğu ile Gezi ruhu çağırılıyor...