AK Parti ile ilgili ne hızlı gelişmeler yaşıyoruz. Şaşırtıcı olan noktayı dünkü basın toplantısı sırasında Sayın Davutoğlu da işaret etti. Seçim başarısızlıklarına rağmen muhalefet liderleri koltuklarını korurken, Sayın Davutoğlu, başarılı olduğu halde koltuğu neden bırakıyor?
Sayın Davutoğlu çalışkan, başarılı, dürüst, samimi bir insan. Gerçekten hem partisinin birlik ve beraberliği, hem de Türkiye’nin huzur ve kalkınması için canla başla çalıştı. Ülke olarak da, toplum olarak da kendisine teşekkür borcumuz var. 22 Mayıs’taki olağanüstü kongrede aday olmayacağını, sade bir AK Parti milletvekili olarak siyasi hayatının devam edeceğini açıklarken de farklı bir siyasetçi portresi çizdi.
Sayın Cumhurbaşkanına vefadan asla vazgeçmeyeceğini, onun ve ailesinin onurunu kendi onuru bildiğini söylerken fitne kapılarını ardına kadar kapattı, sürgüledi. Ülke ekonomisinin istikrarının korunmasından, kriz ve kaos beklentilerine fırsat verilmemesi için yaptığı ikazlara kadar hep sağduyuyu seslendirdi. “Kimseye sitem, öfke ve kırgınlığım yok” derken, “herkese hakkımı helal ediyorum” derken gerçekten bizlere Konya’dan, Mevlana’nın toprağından esintiler getirdi.
O zaman şu soruyu cevaplamak zorundayız: Çalışkanlığına, hizmetlerine, iyi niyetine rağmen Davutoğlu neden ayrılıyor? Neden ayrılmak zorunda olduğunu kabulleniyor?
Zannedersem, Sayın Davutoğlu’nun dün “bir muhasebe yapma zarureti hissettim” diyerek, “Sayın Cumhurbaşkanı ‘Güçlü Cumhurbaşkanı, Güçlü Başbakan dönemi başladı’ dedi. Emanetçi başbakan istemedi. Ben de koltuğun hakkını vermek istedim” ifadeleri, kendisi açısından meseleyi izah ediyor.
Ben ise konuya siyasetin zaruretleri açısından bakıyorum. Siyasetin kendine göre kuralları, kaideleri var. Burada, kimin haklı kimin haksız olduğu ikinci derecede önemli. Önemli olan gemiyi karaya oturtmadan, ileriye, daha ileriye götürebilme sanatı, cesareti ve liderlik karizması... Siyasetteki yolculukta eninde sonunda bir kavşak noktası geliyor. Sayın Gül, Sayın Arınç hep kavşaklarda ayrıldılar.