Devlet yönetiminde, siyaset sahnesinde ister vefasızlık, ister beklentilerin karşılanamaması, ister politikanın doğası deyin en yakın dostların karşı karşıya gelmesi adeta kaçınılmazdır.
Ancak AK Parti örneğinde Erdoğan-Gül-Arınç arkadaşlığı, bilhassa zor günlerin içinden kardeşçe, dostça dayanışma sayesinde geçme başarısı, bir istisna gibi görüldü. Şahsen ben hep öyle baktım. “Erdoğan’la Gül’ün, Erdoğan’la Arınç’ın arasını açamayacaklar, fitneciler ne kadar uğraşsa bu güzel insanları birbirine düşüremeyecekler” diye düşündüm.
Bir yere kadarmış... Gerçekler acıdır, yaydan çıkan okun artık hiç atılmamış gibi görülmesi imkânsızdır. Bu meselede üslup yanlışlığı yaralayıcı olur, oluyor. Erdoğan-Gül-Arınç konusunda eleştirileri hiçbir zaman hakarete dönüştürmemeli, amigoluk yapmamalı, yüz yüze bakabilme ölçüsünü kaybetmemeliyiz.
Ben bu meselede istikrarı, Yeni Türkiye’yi, kalkınmayı temsil ettiği için, Türkiye ateş çemberinden geçtiği için Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı destekliyorum. Sayın Arınç’ın yaptıklarına, ülkemiz menfaatleri açısından bir anlam veremiyorum.
Sayın Arınç, “kenara çekilip susmam gerekir” demesine rağmen AK Parti Kongresi’nin öncesi akşam (11 Eylül 2015) ve 1 Kasım seçimlerinden bir hafta önce (24 Ekim 2015) televizyon kanallarına çıkarak Sayın Erdoğan’a gerçekten ağır eleştiriler yöneltti. AK Parti iktidarı dönemindeki bütün kararlardan ve uygulamalardan sorumlu olduğu halde kendini ayrı tuttu. “Bizdik, ben olduk” dedi. Sayın Erdoğan’dan “birileri” diye bahsedip “sevgim azaldı” dedi. Verdiği söze rağmen susmadı, hem de AK Parti’nin ihtiyaç duyduğu birlik sahnelerinin tersine, hep nefsini konuşturmayı tercih etti.