Hiçbir ülke izzeti nefsi, onuru ile oynanarak AB’ye üyeliğini kabul edemez. Türkiye’ye 50 yılı aşkın süreden beri yapılan budur. Kıbrıs’ın tek taraflı olarak üyeliğe kabulünden tutun, 50 yıldır estekti köstekti denilerek oyalanan, kapıda bekletilen Türkiye’ye yapılan muamele, son aylarda AB’nin aleni terör destekçiliği ve 15 Temmuz darbe beklentisi ile bardağı taşırmıştır.
Evet, Batılı yöneticiler- ki bunların arasında bazı siyasetçiler açıktan söyledi, Batı medyasında açıkça yazanlar çıktı- 15 Temmuz darbesini, “Türkiye’yi diktatörlük yolundan döndürecek son fırsat” olarak gördüler. Bunun anlamı açıktı: Washington ve Brüksel, Erdoğan’dan kurtulamama cinneti içindedir. Erdoğan’dan kurtulmak, bunlarda ve içimizdeki beşinci kollarında paranoya haline gelmiştir. Öyle ki, PKK ve PYD terör örgütlerine siyasal desteğin ötesinde silah desteği veriyorlar. Erdoğan dik durdukça, Türkiye boyun eğmedikçe adeta histeri krizine giriyorlar.
Neymiş, Avrupa Parlamentosu Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmasını istiyormuş. Çok korktuk ama… Cumhurbaşkanımız söyledi: Çok umurumuzdaydı…
Bir ara umurumuzdaydı. AB üyeliğini gerçekten önemsedik. İki sebepten: Birincisi, Türkiye’nin hızla demokratikleşmesi için bu üyelik, itici bir güç olacaktı. İkincisi, Hıristiyan Birliği olduğunu gizlemeyen AB, bir İslam ülkesini arasına almakla küresel barış ve medeniyetler ittifakı adına bütün dünyaya kuvvetli bir mesaj verecekti. Hatırlayınız, 2005’te tam üyelik müzakerelerinin başlanması kararının alındığı gün, İslam coğrafyası ve Türk dünyası heyecanlanmıştı. Çünkü biz hem demokratikleşme, hem küresel barış konusunda samimiydik.