Kimileri katılmasa da, millet çoğunluğu Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi düşünüyor. Ortada büyük bir oyun var. Güçlü, özgür ve müreffeh Türkiye mücadelemizin önü kesilmek isteniyor. Türkiye bir ateş çemberinin içinden geçiyor.
Yaşadığımız günler, İstiklal Harbi günlerinin aynısı, hatta daha büyük tehdit ve tehlikelerin hedefiyiz. Irak ve Suriye’de olanlar, içeride azgınlaştırılan terör olaylarından bağımsız değil. Canlı bombalar Kobani’den, Kandil’den geliyor. DEAŞ’a karşı çarpışıyorlar diye PKK’nın Suriye kolu YPG’ye, ABD askerleri sadece eğitim vermiyor, silah ve mühimmat da veriyor. En son DEAŞ’ın bölgede tek uçağı olmamasına rağmen taşınabilir hava savunma füzeleri veriyorlar.
AB ülkelerinde, bütün terör örgütü mensupları kollanıyor, himaye görüyor.
NATO’da müttefik olarak birlikte olduğumuz, dost bildiğimiz ülkeler gözümüzün içine aka baka bize ihanet edenlere, ülkemizi parçalamak isteyenlere destek çıkıyor.
15 Temmuz darbe girişiminde de milletimizin kahramanlığını, ihaneti püskürttüğünü gördükten sonra ancak tepki verdiler. Meclisimiz bombalandı, masum insanlar katledildi, bir AB üyesi ülke yetkilisi (başbakan, cumhurbaşkanı) demokrasi adına, insan hakları adına bir geçmiş olsan ziyaretine gelmedi. Gerçekleşmeyen darbe için, beklentilerinin boşa çıkmasından doğan bir burukluk, bir tutukluk sergilediler…
İstanbul Beşiktaş ve Kayseri’de doğrudan polisimize ve askerimize yönelik terör saldırılarından sonra kerhen yayınladıkları mesajlar hiç inandırıcı değil. Çünkü bizim Batı’dan beklentimiz kınama mesajları değil, terör örgütleri mensuplarına verdikleri desteği, silah yardımını kesmeleridir. Bizi çileden çıkaran Batı’nın ikiyüzlülüğüdür.
Sayın Cumhurbaşkanımız “Tüm terör örgütlerine karşı seferberlik ilan ediyorum. Gün, çekişme günü değil, çatışma günü değil, husumet günü değil, birlik ve beraberlik günü” diyor.