HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Meclis’te dokunulmazlığının kaldırılması süreci başlamak üzere. Demirtaş, dün Cumhuriyet’te çıkan beyanatında, bunun çılgınlık olacağını söylüyor. Sonra da ekliyor:
“Yaptığımız konuşmadan dolayı - ki hiç şiddeti övmedik - bizi parlamentodan atıp cezaevine yollamayı düşünürlerse iyi bir şey olmaz. Ortaya çıkan tabloyu düşünün: Bugün Türkiye 90’lar Türkiye’si de değil. Kürtlerle herkes diyalog kurmaya çalışıyor; Ortadoğu’da Rusya’dan ABD’ye, İran’dan Çin’e kadar... Türkiye’nin Kürtleri parlamentodan atması doğru olur mu?”
Demirtaş’ın birinci problemi, inandırıcılığını kaybetmiş olmasıdır. En büyük problemi ise kendisi olamamasıdır...
İlkinden başlayayım. “Şiddeti hiç övmedik” diyor. Övdü, 8 Aralık’ta Cumhuriyet’ten Mahmut Lıcalı’ya aynen şunu söyledi: “Halkta şöyle bir kararlılık var: Bütün şehri de yaksalar, hepimizi de öldürseler biz de bu hendekleri kapatmayız...”
On gün sonra Diyarbakır’da şöyle konuştu: “Olay, hendek-barikat olayı değildir. Halkla birlikte direnişi büyüteceğiz. On binlerce yiğit kahraman direniyor. Halk her yerde direniyor, direnecek de. Bu direnişi ortaya koyan herkese partim adına teşekkürlerimi
sunuyorum.”
Hala her gün televizyonlarda şehit haberlerini, babalarının ardından ağlayan küçücük çocukların, şehitlerimizin acılı eşlerinin, anne babalarının feryatlarını, gözyaşlarını seyrediyoruz. Katilleri, devlete meydan okuyan hainleri “direnen on binlerce yiğit kahraman” diye selamlayan, “bu direnişi ortaya koyan”lar deyip Kandil’e selam yollayan adama siyasetçi denmez, şiddeti öven, isyanı öven terör örgütü sözcüsü denir.