Manisa’da “Fethullahçı terör örgütü” (FETÖ) iddiasıyla düzenlenen operasyon sırasında gözaltına alınan başörtülü bayanlara takılan kelepçeler, büyük bir infiale sebep oldu. 28 Şubat zulmünü yaşamış, başörtüsünden dolayı itilmiş kakılmış üniversite öğrencilerinin acısını iliklerine kadar hissetmiş insanlar, “ne oluyoruz, neler oluyor?” diye bir yürek yangını hissettiler.
Böyle bir hukuksuzluk, sadece başörtülü bayanlara yapıldığı için değil, kime yapılırsa karşı çıkmak gerekir. Bu meselede maalesef hepimiz kabahatliyiz. Sıkıntının kaynağı, herkesin kendine demokrat olması, demokrasi talep ederken sadece kendisini düşünmesidir.
Ben emniyet içindeki Paralel Yapı’nın, etkisini ve varlığını hala koruduğunu düşünenlerdenim. Manisa’daki hukuksuzlukla ilgili de şüphelerim var. Gezi olaylarında bir bayanın yüzüne bir adım mesafeden biber gazı sıkandan şüphelenirim. Çadırların yakılmasından şüphelenirim. Terör yuvasını basar gibi anaokullarının, kreşlerin üzerine çökülmesinden şüphelenirim. Üniversite öğrencilerine tokat atılmasından, saçından tutulup bir bayanın sürüklenmesinden şüphelenirim. Bir teröristin cansız bedeninin iple bağlanıp yerlerde sürüklenmesinden şüphelenirim. Bunların hepsi, otonom bir yapıdan hesap sorma meselesini özünden saptırmaya, sulandırmaya yarıyor.
Mesela, bu Manisa’daki son hadise, AK Parti’nin seçim zaferinin hemen ardından, daha YSK kesin sonuçları açıklamadan geldi. Sanki üzerlerinde toplanan kara bulutları dağıtmaya, kaybettikleri mütedeyyin kamuoyunu kazanmaya çalışıyorlar.