Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’ye tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. Washington zirvesinin temelini Barış Pınarı Harekâtı oluşturdu. Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı ve kısa sürede netice elde ettiği Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle ABD-Türkiye arasında diplomatik hareketlilik had safhaya çıktı. Harekâtı durdurmak için hiçbir baskının netice vermeyeceğini anlayan ABD, çareyi mutabakat aramakta buldu.
ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Washington’a davet etti. Ardından da yardımcısı Mike Pence başkanlığında bir heyeti Türkiye’ye gönderdi. Pence’in Türkiye’ye hareketi öncesinde ABD’nin müesses nizamcıları ve Trump’ı azletmek isteyen küreselci çeteler, yazdığı seviyesiz mektup üzerinden Türkiye’yi tahrik etmeye çalıştılar. Niyetleri iki ülke arasındaki ilişkileri tamamen kopartmak olan bu çetenin planı tutmadı. ABD ve Türkiye arasında 13 maddelik mutabakat imzalandı ve Barış Pınarı Harekâtı planlandığı gibi neticelendi. Teröristler sınırlarımızdan uzaklaştırıldı, güvenli bölge haline gelen yerleşim yerlerine daha şimdiden insanlar dönmeye başladı.
Artık gözler 13 Kasım’a çevrilmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye gidip gitmeyeceği merak ediliyordu. İçimizdeki küreselcilerle, ABD’deki müesses nizamcılar Erdoğan-Trump görüşmesini istemiyordu.Çünkü bu zamana kadar iki lider arasında gerçekleşen hiçbir zirveden olumsuz bir netice çıkmamıştı. Dolayısıyla bu görüşmenin gerçekleşmemesi için ellerinden gelen gayreti göstermeye başladılar.
ABD’de Temsilciler Meclisi başta sözde Ermeni soykırım iddiaları olmak üzere, yaptırım vs dâhil ilişkileri germek için her yola başvurdular. Trump’ın skandal mektubunu istismar etme vazifesi bu kez içerideki küresel sözcülere verildi.
Neymiş, “Böyle bir mektuba rağmen bu ziyaret yapılır mı?”
8 yıldır yaşadıklarımızı hafızamızdan silsek, bu söyleme kanacağız da, bu ifadelerin sahiplerinin Türkiye’ye yapılan her müdahaleye avuçları çatlarcasına alkış tutmaları gözümüzün önünden gitmiyor.