İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra perişan olmuş Avrupa’yı komünist Sovyet tehdidinin yayılmacılığından korumak için ABD, Marshall Planı adı altında aralarında Fransa ve İngiltere’nin de olduğu 14 ülkeyi kanatlarının altına aldı. İkinci Dünya Savaşı’nda büyük hasar almış Avrupa ülkelerine yardım fikrini ilk dile getiren dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, olduğu için bu plana Marshall Planı denilmiş.
12 Temmuz 1947’de bir araya gelen Avrupa ülkeleri Amerika Birleşik Devletleri’nin istediği biçimde Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı adında bir örgüt kurdular. Böylece Marshall Planı işlemeye başladı. Türkiye ilk plana dahil edilmedi. Daha sonra Türk hükümetinin ısrarı neticesinde 4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ile ekonomik işbirliği anlaşmasının imzalanması ile Türkiye de Marshall Planı’na dahil edildi.
Bu kadar uzun girizgahı niye yaptığıma gelince, bugün yaşadıklarımızın temelinde Türkiye’nin Marshall Planı’na dahil edilmesiyle başlayan süreç yatıyor. Marshall Planı ile Türkiye birçok açıdan AB’ye bağımlı hale geldi. Sebeplerini ve gerekliliğini tartışmadan söylüyorum bunları. Gerekli idi değildi, mecburduk, başka çare yoktu. Bunlar ayrı tartışma konusu. Özellikle askeri yardımlar, ABD’nin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmanın başlıca argümanı oldu.
Marshall Planı ile oluşan ekonomik ve askeri bağımlılık Türkiye’deki bütün darbelerin zemini oldu. Siyasi parti ve lider gözetmeksizin. 1957 yılının ardından ABD’de planın ekonomik gerekçelerini yerine getirmediği için Adnan Menderes, farklı arayışlara yöneliyor. Daha sonra CIA raporlarında ortaya çıkacağı üzere, Menderes’in Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması, ABD’nin 27 Mayıs darbesini desteklemesine veya bizzat yaptırmasına neden oldu.
1971 darbesi (muhtırası) öncesinde yine Marshall Planı’nın etkisini görüyoruz. Kıbrıs’ta Rumların, Türklere karşı başlattığı soykırıma tepki gösteren Türkiye müdahaleyi düşündüğü esnada, tıpkı bu günlerdeki gibi ABD küstahlığı ile karşılaşıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon B. Johnson 5 Haziran 1964 tarihinde dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye küstah ifadelerle dolu bir mektup yazar. ABD silahlarının kullanılamayacağını beyan eder. Johnson’un küstahlığının kaynağı ne yazık ki yine Marshall Planı.
Türkiye, ABD’nin bu küstahlığından sonra yeni arayışlara girer, yine Sovyetler ile temas kurulur. Sonuç 1971 muhtırası.