Sabah uyandığımda düşündüm.
Uçakta başladığım şu kitabı mı bitirmeliydim yoksa dünyanın farklı yerlerinden gelen gazetecilerle birlikte Şangay Sanat Müzesi'ne mi gitmeliydim. Müzeye daha önce gitmiştim, daha sonra da gidebilirdim.
Fakat bu kitapta beni kendisine bağlayan bir hassa vardı. Bir an önce okuyup bitirmeliydim Pudong semtinde, bir kasaba büyüklüğündeki dev binaların arasına sıkışıp kalmış bir kafe buldum. Oturdum ve okumaya devam ettim. Genç bir yazarın ilk romanı... Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü'nü kesinlikle hak etmiş. Memleketteki bütün roman ödüllerini verseler onları da hak eder.
122. sayfadan 332. sayfaya kadar neredeyse hiç kıpırdamadan okudum okudum.
Yalnız bir noktada arkamdaki masada oturan insanların yüksek sesle konuşmaları ve gülüşmeleri geldi kulağıma. Kitaba o kadar dalmışım ve kitap bulunduğum yeri öyle bir memleket yapmış ki bana, gelen seslerin Çinli turistlere ait olduğunu düşündüm bir an. İşte güzel bir kitap size bu hissi verebilir. Tanıdıklık hissini, ev hissini, mahalle hissini, hemşehrilik hissini ve daha nice hisleri.
Fatih Baha Aydın'ın Bihaber adlı romanından bahsediyorum. Ötüken tarafından yayımlanmış.
Konusu kısaca şöyle: Edebiyat fakültesi profesörlerinden Kazım Kanmaz bütün kariyerini bir yalan üzerine inşa eder. Çocukluğunda ve gençliğinde kendisine tesir etmiş insanları bir potada eritip, onlardan biri olan ney hocası Nazif Bey'in terekesinin bir kısmı olan sekiz tabloya da konarak, 19. yüzyıl Osmanlısı'nda yaşamış olan bir kadın ressamı, Suat Hanım'ı yaratır.
Yıllar içerisinde bu yarı hayali karakteri kitaplarla ve makalelerle gün yüzüne çıkarır, büyütür, zenginleştirir. Bu konuda arkadaşlarından da yardım alır.
YALAN VE GERÇEK
Yalan...