Kim ne derse desin, hangi rüzgâr eserse essin, saldırılar ne yönden gelirse gelsin, içeride ne tür karamsarlık ve itibarsızlık pazarlanırsa pazarlansın Türkiye, büyüyen, güçlenen, yükselen, yıldızlaşan bir ülkedir.
Ekonomik saldırılar, ABD ile gerilim, İdlib’de yalnız kaldık söylemi, FETÖ ve benzerlerinin dayattığı toplumsal yılgınlığı, bir gelecek umutsuzluğuna dönüştürme girişimleri, bazı çevrelerin yükseliş dönemi fırsatçılığı ile bütün değerleri ve idealleri aşındırma girişimleri, devletin ve ülkenin ötesinde dar iktidar alanları oluşturmaya dönük “yeni” yapılanmalar, Atlantik ötesi müdahaleler için ihale kovalayanlar ve rol üstlenenler, “Türkiye Düşüncesi”ni sarsmaya ve “Türkiye Ekseni”ni dağıtmaya dönük gizli koalisyonlara rağmen bu ülke, yüzyıllarca yıllık siyasi tarihinin parçası olarak yeni bir yükseliş evresine girmiştir.
Kim inanıyorsa zafer yine onun olacak. Diğerleri yine kaybedecek, unutulacak.
Son dönemde yeni bir toplumsal yılgınlık psikolojisi işleyenlere inat, yerli ve dışarıdan bu çerçevede yürütülen sistemik çalışmalara inat bir direnç, bir yükseliştir bu. Gezi olayları, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz öncesi aynı toplumsal reaksiyonlar oluşturulmaya çalışıldı. Umutsuzluk, gelecek korkusu, “artık bitti” söylemleri pazarlanmaya başlandı. Bunlar da etkisiz kalacaktır.
Kim inanıyorsa, kim o yola çıkmışsa, kim bedel ödemeyi göze almışsa, kim ayaklarına takılanlara bakıp durmuyorsa, kim kendini küçük hesaplara göre kurmuyorsa, kim bu güçlü dalgayı fırsatçılık olarak görmüyorsa onlar tarihi değiştirecek, coğrafya değiştirecek, onlar bu yolculuktan zaferle çıkacak.
Diğerleri yolda dökülecek, kaybolacak, unutulacak, tarihin yanlış sayfalarında küçük notlar olarak kalacak. Nitekim on yıldır “Türkiye’yi durdurmak” için roller üstlenenlerin, ihale alanların tamamı bu şekilde kaybetti, bundan sonrakiler de aynı şekilde kaybedecek.