Dünyanın merkez ekonomilerini vuran 2008 ekonomik krizi aslında bir jeopolitik krizdi. Hem varolan küresel ekonomik düzenin artık bittiğinin hem de küresel güç kaymalarının ne kadar tehlikeli hale geldiğinin, yeni güç haritasının kaçınılmaz olduğunun ilanıydı. Yeni bir ekonomik düzen, buna bağlı yeni bir siyasi düzen, yeni güç dengesi gerekiyordu.
Bu kriz, ABD ve Avrupa’nın artık tek yanlı olarak dünyayı yönetme gücünü ebediyen kaybettiğinin ilk açık göstergesiydi. Asya’daki yükseliş ve güç birikimi Atlantik merkezinin yakın ve orta gelecekte bu güce bir daha ulaşamayacağına işaret ediyordu.
Eski dünya harekete geçerken
Birinci ve İkinci Dünya savaşları sonrası oluşturulan statüko paramparça olmuş, ABD ve Batı Avrupa ekonomilerine ve siyasi merkezlerine bağımlılık azalmıştı. Yeni güç merkezleri, yeni ekonomik ve siyasi başkentler gelişiyor, alternatifler çoğalıyor, eski dünya, medeniyet merkezleri Batı ile boy ölçüşebilecek şekilde güçleniyor, yükseliyordu. Yükseliş o kadar hızlıydı ki, çok kısa zaman aralıklarında sarsıcı gelişmeler, değişimler oluyordu.
Bu durumda aşılması gereken en zor engel; zihinlerdeki mutlak Batı bağımlılığı, Batı’nın rekabet edilemez olduğuna dayanan köklü inanç ve Atlantik ekseninin dünyayı, yükselen piyasa ve güçleri küçümseme kibirliliğiydi.
O kibir savaşı küreselleştirdi