Tarih ve coğrafya bizi çağırıyor. Geçmişimiz, büyük hesaplarımız, büyük iddialarımız, coğrafya ve dünyaya dönük tezlerimiz bizi çağırıyor.
Güçlü bir gelecek kuracaksak, Türkiye’yi yeni vesayet girişimlerinden koruyup o defteri sonsuza dek kapatacaksak, ülkemizin bu büyük yürüyüşüne karşı içeride örgütlenen direnci aşıp dünyaya yöneleceksek, yeni bir yükseliş çağı başlatacaksak, geleceğin küresel iktidar alanını şekillendirecek ana aktörlerden biri olacaksak tarihin, coğrafyanın çağrısına uymak zorundayız. Kendimizden, geçmişimizden, bizi biz yapan siyasi havzamızdan güç devşirmek zorundayız.
Tarih yapıcı rolümüze dönmek, zihnimizi Anadolu sınırlarının ötesine taşımak zorundayız. İçerideki direnci de, dışarıdan çevreleme girişimlerini de bu güçle, bu donanımla aşmak zorundayız.
“Türkiye’yi durdurma” projesi: Biz büyüdükçe kavgalarımız da büyüyor
Tam da bu dönemde, ülkemizin büyük yürüyüşü karşısında “masum gerekçelerle” bile olsa tavır alan kişi ve çevrelerin, hareketlerin, örgütlenmelerin aslında bir “dış müdahale” olduğunun bilincine varmak zorundayız. 15 Temmuz saldırısının devamı niteliğindeki bütün girişimlerin geleceğimizi karartmaya ayarlı olduğunu, ülkemizi durdurmaya ayarlı olduğunu, küresel ölçekte “Türkiye’yi durdurma” gibi bir projenin var olduğunu, bugün bizi dar alanlara hapsetmeye dönük çabaların işte bu projenin uzantıları olduğunu bilmek zorundayız.
Türkiye büyüdükçe iddialarının da, kavgalarının da büyüdüğünü anlamak, bu kavgaları göze almak zorundayız. Böyle bir dönemde, Türkiye kaçınılmaz büyük kavgalarla yüzleşirken direncimizi zayıflatan, zihnimizi bulandıran, şevkimizi kıran, küçümseyici bir dille Türkiye’ye çamur atan, geçmişin zayıflıklarını bugüne taşıyıp umutsuzluk yayan herkese, her çevreye, her ülkeye karşı teyakkuz halinde olmak zorundayız.