Dün Diyarbakır'da yaşanan terör saldırısı için Avrupa Birliği'ni
itham ediyorum. Aylardır şehirlerimize yönelen ve “terör” adı
altında yürütülen o işgal girişimleri konusunda da Avrupa
Birliği'ni itham ediyorum. Yüzlerce şehidimizin öfkesi, yüzlerce
yetimin kini, şehirlerimize yönelen yıkımlar, mabetlerimize yönelen
aşağılamalar yüzünden de Avrupa Birliği'ni itham ediyorum.
Yıllardır, AB üyeliği sürecinde Türkiye'ye çektirdikleri
sıkıntıları, mızmızlanmaları, fesatlıkları, ayak oyunlarını bir kez
daha hatırlatarak, artık karşılarında birkaç milyar Avro için, vize
serbestiyeti için diyet ödeyecek bir Türkiye olmadığını ve
olmayacağını bir kez daha not etmelerini öneriyorum.
İnsani mesele değil, bir ulusal tehditmiş!
Mülteci meselesini insani mesele olmaktan çıkarıp ulusal tehdit
haline getiren, sınırlara tel örgüler ören, mülteci botlarını
denizlere gömen anlayışın, Avrupa aklının bir tahammülsüzlük
hastalığına dönüştüğünün çoktan farkına varmıştık.
Birkaç milyar Avro ile herkese her şeyi dayatabileceğini zanneden
bu akıl, yine ayak oyunlarıyla Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya
çalışıyor. Neymiş, Türkiye “terör” tanımını değiştirmeliymiş.
Neymiş, bu mesele “özgürlük” meselesiymiş.
Bir insani krize karşı bütün sınavları kaybedenler, Türkiye'nin
bütünlüğünü hedef alan tehditlerle mücadelesinde zaaf alanları
oluşturmaya, terörün önünü açmaya, terör örgütlerine alan açmaya
dönük çok sinsi bir müdahale yapmaya çalışıyor.