Coğrafya kaderdir diye bir söz var. Evet, fazlasıyla “klişe” bir söz ama klişeye dönüşmüş sözlerin kahir ekseriyeti gibi bu da çok önemli ve temel bir gerçeğin ifadesi. Çünkü ülkelerin dış politikalarını öncelikle coğrafya belirliyor. Hem doğal coğrafya hem de siyasi coğrafya… Türk toprakları bir yandan Avrupa ile Asya’yı ve İslam dünyasıyla Hristiyan dünyasını, öbür yanda ise kuzey ile güneyi birbirine bağlayan -veya başka bir bakış açısına göre birbirinden ayıran- bir hat oluşturuyor. Diğer bir husus da klasik jeopolitik teorilerde biri kara gücü, diğeri deniz gücü olarak nitelenen iki büyük küresel hegemon arasındaki rekabet çerçevesinde oluşan tercih seçeneklerinin sınırlayıcılığı. Yakın geçmişte Rusya ve İngiltere arasında, sonra Sovyetlerle ABD arasında yaşanan bu rekabette Türkiye’nin yerini coğrafi şartlar belirlemişti. Bugün de coğrafyamız aşağı yukarı aynı olduğu için aynı şartlar geçerli.
***
Siyasi ve ekonomik ittifak seçeneklerimizi dünyadaki ve bölgemizdeki güçlerin siyasi ve ekonomik hedefleri belirliyor. Bu güçlerin siyasi ve ekonomik hedeflerinin oluşumunda da yine coğrafi şartlar rol oynuyor. Mesela Rusya’nın öteden beri önce Karadeniz’de hakimiyet stratejisi, sonra Akdeniz’e çıkış yolu bulma arayışı bu büyük ve güçlü komşumuzu bizim için tehdit haline getirdiği için Osmanlı’nın son asırları Rus tehdidine karşı bu ülkenin Avrupalı rakipleriyle işbirliği ve ittifak ilişkileri kurma teşebbüsleriyle geçmişti. Rus genişlemesinin hedefleri arasında yer alan bir coğrafi sahada yer almamız Moskova ile dostluk seçeneğini ortadan kaldırmıştı. Ancak 1917’deki Bolşevik İhtilali’nden sonraki birkaç yıl boyunca Rusya’yı yöneten kadrolar devletin geleneksel emperyalist politikalarından vazgeçer gibi olmuşlar ve bu dönemde Batılı emperyalist güçlere karşı bağımsızlık savaşı veren Türkiye’ye ciddi bir destek sağlamışlardı. Ancak, dediğim gibi bu politika ancak birkaç yıl sürdü; Rusların yayılmacı-emperyalist politikaları bundan sonra ideolojik kılıfla, yani komünizmin yayılması kisvesi altında devam ettirildi.