Astana’nın önemi, daha önce Suriye ihtilafında karşı saflarda yer aldığımız -ve aslında bugün de teknik olarak aynı safta olmadığımız- Rusya ve İran ile çözüm için masaya oturuyor olmamızdan kaynaklanıyor. Hatta o masada, biliyorsunuz, meşruiyetini ve mevcudiyetini kabul etmediğimiz Esad da oturuyor. 2011’den itibaren “Suriye iç savaşında akan kanı durdurmanın tek çaresi Türkiye’nin İran ve Rusya ile masaya oturmasıdır” diye yazmış ve konuşmuş bir gazeteci olarak o masanın bugün kurulmuş olmasına itiraz edecek halim yok. Çözüm için, yani en azından altı yıldır durmaksızın akan kanın durması için bir fırsat çıktı önümüze.
Ancak şimdiki durumun tamamen pespembe bir tablo oluşturduğunu iddia etmek de doğru değil. Çünkü, öncelikle, ABD’nin ve Körfez güçlerinin bu tabloda nasıl bir yer alacakları henüz belirsiz. Bilhassa Washington’un Suriye meselesine yaklaşımının yeni yönetim zamanında değişip değişmeyeceği veya değişirse hangi yönde değişeceği tam olarak bilinmiyor. Trump’ın sergileyeceği yaklaşım Astana sürecinin başarıya ulaşmasına da yardımcı olabilir, duruma göre etkilerinin sınırlı kalmasına da.
Dikkat ederseniz, Astana görüşmelerine katılan muhalifler burada kurulan masayı ateşkesin sağlanması için bir aşama olarak gördüklerini, nihai bir çözüm planının ancak Cenevre’de görüşülebileceğini söylüyorlar. Gördüğüm kadarıyla Körfez’in yaklaşımı da aynı. Hatta buradaki masanın kurulmasında kilit rol oynamış olan Ankara da bunun aksi yönde bir yaklaşıma sahip değil. Yani Batı dünyası dışlanarak Suriye’de kalıcı bir çözüm bulunmasının mümkün olmadığı görüşü Avrasyacı hayallerin önünde.