Ömer Seyfettin’in meşhur And hikayesi, “Ben Gönen’de doğdum” diye başlar ve devam eder: “Yirmi yıldan beri görmediğim bu kasaba hayalimde artık seraplaştı. Birçok yeri unutulan eski, uzak bir rüya gibi oldu. O zaman genç bir yüzbaşı olan babamla her vakit önünden geçtiğimiz çarşı camiini, karşısındaki küçük, harap şadırvanı, içinde binlerce kereste tomruğu yüzen nehirciği, bazı yıkanmaya gittiğimiz sıcak sulu hamamın derin havuzunu, şimdi hatırlamaya çalışırım. Fakat beyaz bir nisyan dumanı önüme yığılır. Renkleri siler, şekilleri kaybeder... Pek uzun gurbetlerden sonra vatanına dönen bir adam doğduğu yerin ufkunu koyu bir sis altında bulup da sevdiği şeyleri uzaktan bir an evvel göremediği için nasıl mahzun olursa, ben de tıpkı böyle meraka, sabırsızlığa benzer bir elem duyarım.”
Gönen’den uzakta olduğum için o eleme benzer bir elemi ben de duyuyorum şimdi. Hayır, aslında Gönenli değilim ama ailem 15 yıldır o güzel kasabada yaşıyor. Bir mecburiyetten dolayı değil, çok sevdikleri için oraya yerleştiler. İstanbul’da artık bulunamayan bazı şeyleri orada buldukları için belki.
Bu durumda ben de Gönenli sayılır mıyım acaba? Üstelik...