Tarihin belirli dönemlerinde ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak insanların yaşadıkları hayattan memnuniyetleri ve gelecekten beklentileri artar. Belirli başka dönemlerde ise yine hayat şartlarına bağlı olarak olumsuz bakışlar, kaygılar, korkular çoğalır. Dünyaya olumlu gözle baktığımız zamanlarda siyasi olarak çoğunlukla hürriyetçi ve demokrat yaklaşımlar güçlenir, olumsuz zamanlarda ise artan nefret ve düşmanlık duyguları temelinde ayrımcılık, bölücülük, içekapanmacılık her zamankinden daha fazla revaç bulur. Bugünlerde bütün Avrupa’da giderek tırmanmakta olan yabancı düşmanlığı ve buna bağlı olarak popülist siyasetin yükselişi, bunun bariz sosyokültürel kökleri de unutulmadan, esas olarak bu ülkelerin 1980’li yıllarda yaşadıkları ekonomik temelli sosyal bunalımlarla bağlantılı olarak görülmeli. Batı Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin de desteğiyle yeniden sınai gelişme hedeflerine yöneldiklerinde konjonktür lehlerindeydi ve kısa sürede “toparlanma” alametleri görülmeye başlanmıştı. Dolayısıyla insanların gelecek beklentileri de artmıştı. Çünkü gördükleri savaşın bittiği, barışın geri geldiği ve işlerin yeniden iyiye gitmeye başladığı bir dünyaydı. Bu süreçte Batı Avrupa ülkelerinde çoğunlukla liberal politikalar benimsendi. Ancak işler çok uzun zaman boyunca sorunsuz gitmedi. Liberal-kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan ekonomik krizler kendisini gösterdikçe sol politikalar alternatif olarak gündeme gelir oldu.