AK Parti iktidara geldiği ilk zamanlarda, gerçekleştirdiği reformların ülkeyi her anlamda dönüştürdüğü iddiasıyla, önceki dönemlerin kötü hatıralarını “Eski Türkiye” olarak anıyordu. Bu adlandırmada haklı olduğu taraflar da yok değildi.
Şöyle bir hatırlayalım: 1980’lerde 12 Eylül darbesinin yeniden dizayn ettiği siyaset sahnesinde Demirel ile Özal’ın (ANAP ile DYP’nin) merkez sağ arazi üzerindeki veraset savaşları siyasetin dilini yeniden sertleştirmiş, partizanlığı arttırmış, kurumları yıpratmış, toplum kesimleri arasında güven ve iş birliği imkanını daraltmıştı. Bu süreçte “devlet içinde paralel devlet” gibi işleyen askeri vesayet mekanizması da gücünü koruyor, hatta yer yer nüfuzunu arttırıyordu.
Böyle bir ortamda kişisel ve siyasi çıkarlar büyük ölçüde milli çıkarların önüne geçmiş olduğu için bilhassa terörle mücadelede ve ekonomi yönetiminde kalıcı çözüme yönelik yapısal reformlar için adım atılamamıştı. Aynı zamanda eğitimde, sağlıkta, tarımda göstergeler geriye doğru gitmeye başlamıştı.
28 Şubat süreci bu olumsuz tablonun üstüne bir avuç tuz biber daha ekti. Çürüme hızlandı. 99 depreminde devletin çok daha önce enkaz...