Osmanlı siyaset literatüründe millet kelimesi bugün bizim ümmet dediğimiz şeyi karşılıyordu. Millet kavramının bugünkü anlamını karşılayan kelime ise cins veya cinsiyetti. Mehmet Emin Yurdakul’un okul kitaplarında okutulduğu için hepimizin bildiği şiirindeki “Ben bir Türküm; dinim, cinsim uludur” mısraında geçen “cins”millet-milliyet anlamındadır. Dönemin Osmanlı metinlerinde “cinslerin birliği” gibi terkiplere rastlarsanız bunun da imparatorluğu oluşturan farklı milletleri ifade ettiğini bilin.
Şunu da bilin ki “cinslerin birliği” kavramı esas olarak Tanzimat döneminin yaklaşımını anlatır. (Bu tamlama aslında İkinci Meşrutiyet döneminin sloganı olacak “İttihad-ı Anasır” teriminin de eş anlamlısıdır. Ancak içeriklerinde ciddi farklılıklar vardır.)
Tanzimat Fermanı’ndaki “bilâ tefrik-i cins-ü mezhep” ifadesi, “din ve milliyet ayırmaksızın” demektir. Ki Osmanlı’nın kadim “milletler sistemi”nden vazgeçildiğinin ilanıdır. Çünkü -her ne kadar cins tefrikini reddetse de- temelde“mezhep” tefrikine dayanan kadim “milletler sistemi”ne göre Osmanlı uyruğu olan vatandaşlar (daha doğrusu “kullar”) dinî aidiyetleri itibarıyla İslam milleti, Yahudi milleti, Ortodoks milleti… vs diye tasnif edilen toplulukların mensubu sayılıyorlardı.
***
Tanzimat kadroları ülkenin modernleşmesi amacı doğrultusunda yapılması gereken işlerin başında Fransız modeline uygun bir vatandaşlık düzenine geçilmesini görüyorlardı. Zaten Batılı müttefiklerimiz de bunu kabul ettirmek için bize baskı yapmaktan geri durmuyorlardı. Bunun için kadim milletler sistemi terk edildi; dini ve milliyeti ne olursa olsun devletin bütün tebaası eşit vatandaşlar olarak ilan edildi. Ancak eşitlik ilan edince eşitlik gerçekleşmiyor her zaman. Sosyolojik şartlar değişmeden sosyal düzen de talimatla değişmiyor. Bu yüzden o dönemde halkın Tanzimat Fermanı’nın getirdiklerini “artık gâvura gâvur demek yasak” diye sarkastik bir ifadeyle özetleyişi anlamsız değil. Nitekim Yeni Osmanlılar diye anılan aydınlar grubu da toplum hayatındaki İslami geleneklerin yerine Batı normlarını ikame etmeye çalışan Tanzimatçıların “Batılılaşma”anlayışındaki bu “üstyapı devrimciliğine” itiraz ediyorlardı.