Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’nun ölüm haberini bizim gazetede “yirminci yüzyıl ikonunu kaybetti” başlığıyla verdik. Bu başlığın Fidel efsanesini iyi anlattığını düşünüyorum. Çünkü yirminci yüzyılın değerlerini, çatışmalarını ve arayışlarını en iyi temsil eden figürlerden biriydi Castro. Dolayısıyla da bu temsil niteliği Küba Devriminin liderini sistem karşıtı hareketlerin adeta ikonuna dönüştürmüştü.
İnsanoğlunun özelliği bu. Duygularının, arzularının veya beklentilerinin mücessem yani ete kemiğe bürünmüş olduğunu görmek ve bu “put”u omuzlarına alıp yürümek istiyor. Tevfik Fikret’in başka bir bağlamda ve galiba başka bir niyetle söylediği gibi, “Beşerin böyle dalâletleri var/Putunu kendi yapar, kendi tapar.”
16-11/29/aa-1480385972.jpg
Bir de miadını doldurmuş yani işlevini tamamlamış putlar oluyor; vakti gelince onlar kaldırılıp yerlerine yenileri konuluyor. Yeni Türk Edebiyatı tarihinde meşhur “putları yıkıyoruz” kampanyası vardır. Nazım Hikmet’in başını çektiği -Peyami Safa ile Necip Fazıl’ın da başlangıçta destek verdiği- bu kampanyada Abdülhak Hamit, Mehmet Emin gibi “eski putların” yıkılması “bunların artık yeni devrin ihtiyaçlarına cevap veremeyişine” dayandırılıyordu.
Bazı yazarlar veya sanatçılar toplumun belirli bir dönemde ve belirli şartlar altında benimsemiş olduğu fikirlerin veya ideallerin temsilcisi olarak görüldükleri için putlaştırılır diyorlardı. (Yani toplumun değerlerinin temsilcisidir putlar.) Nazım ve arkadaşlarına göre bazı fikirlerin zamanı geçtiği için bazı ikonik isimlerin de işlevi sona ermiştir. Diğer yandan, gerçekte toplumun peşinden gittiği fikirleri temsil kabiliyeti olmadığı halde haksız yere putlaştırılmış olan kişiler de vardır, onlar adına dikilmiş olan putlar da kırılmalıdır.